28 Ocak 2015 Çarşamba

Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo


“Saf dil sayılmam elbette, yaşamın kendisini  bir hastalık belirtisi  olarak gördüğümden ötürü doktoru bağışlıyorum.  Gerçi yaşam biraz hastalığa benziyor benzemesine; nöbetleri ayılmaları kendine göre seyri var, bir günlük iyileşmeleri kötüleşmeleri var.  Öteki hastalıklardan ayrı olarak her zaman ölümcül, tedavisi yok.  Böyle bir şey bedenimizdeki delikleri tıkamaya benzer. Tedavi olduk derken boğulup ölürüz.”

"Özümün iyi olup olmadığını bilme tasası da hafifledi. Yüreğimi sıkıştıran sorunu çözmüşüm gibi geliyordu. Özümüz ne iyidir, ne kötü, daha böyle yığınla olmadığımız şey vardır. İyilik denen şey insan ruhunun karanlık dibini zaman zaman, gelip geçici bir süre aydınlatan bir ışıktır. Bir alevdir, parlar, bizi yakar, sonra söner (içimde duymuştum ya onu, er geç yeniden parlayacaktı bir gün). Ama o bizi aydınlattığı süre içinde kendimize bir yön seçer, sonra karanlık basınca da yine o yönü izleriz. İnsan bu yüzden iyiliğini her zaman kanıtlayabilir, önemli olan budur işte."

"Ne tuhaf, söylenmiş sözleri, dile getirilmemiş duygulardan daha iyi anımsıyor insan."

"Gel gör ki, ne kadar çok düşünürsem o denli değişik buluyordum yaşamı. Hem de garip yaratılmış olduğunu görmek için öyle dışından falan gelmek de gerekmiyordu ki! Biz insanların yaşamdan neler neler umduğumuzu anımsamak yeterdi, insanın yaşamın içine yanlışlıkla salıverildiği, aslında yerinin orası olmadığı sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyordu."

Svevo'nun yaşam tecrübelerini, hayata dair sorguladıklarını ve erişebildiği gerçekleri ayrıntılı bir şekilde aktardığı Zeno'nun Bilinci tamamlanmayan bir psikanaliz sürecinin analiz edilmesidir. Birinci Dünya Savaşı'nın ortaya çıkışı sanayide büyük bir kısıtlama getirir ve Svevo'nun kendini yazın dünyasına adayabilmesine fırsat verir. İtalyan ordusunun Trieste'ye girmesinden dört ay sonra bu kitabı tamamlar. Ancak çeyrek yüzyıllık bir aradan sonra James Joyce'un yardımıyla 1923 yılında kitap yayımlanır. İnsan yalnızlığını ve insanın toplum içinde çürüyen yanlarını ifade eden bir sese dönüşür.


Romanın başında aktarılmaya çalışılan yaşam hikayesi, fazlasıyla özel, ayrıntılı bir şekilde başlar. Ağır ağır Zeno'nun mizacı, ruhsal dünyasının gelişmesi, yaşadığı farklı olaylarla etkileşimi izlenir. Anlatım kimi zaman öznel bir bakış açısından genellemelerle, insanoğlunun var oluş şartlarını kapsayan evrensel, geniş bir bakış açısına kaydırılır. Bu yaşanılan ve eleştirilen şartlar sağlıklı mıdır değil midir? Hasıl olan problem buradadır. Yaşam düpedüz insanı ardı arkası kesilmeyen bir hastalığa mı taşır? Yoksa hastalık diye nitelendirilen şey, yaşamın kendisi midir? Absürt olaylar yaşayan Zeno'nun çözümsüz hastalığı nedir?

Söylesem bir çığlığa dönüşebilecek türkümü duyun diyor Zeno ama işte utangaçlığım baskın geliyor her şeyde.. Ben yaşamın hastalığına tutulmuş, şövalyelik kurallarında şaşkın biriyim, sürekli sigara bırakan bir tiryakiyim..

27 Ocak 2015 Salı

Öksürük ve hırıltı için


Çocukta öksürük ve hırıltıyı önlemek, aza indirgemek için uygulamaya çalıştığım şifalı yöntemler:

1. Kara turp en sık önerilen yöntem. Bir siyah turpun içini, dibi kalacak şekilde oyuyoruz. Dibine bıçakla ufak bir çizik atıyoruz. Oyduğumuz yeri balla dolduruyoruz ve turpu bir bardağın ağzına oturtuyoruz. Bıçakla deldiğimiz yerden bal ile turp suyu birleşip akıyor. Değişik kokulu bir sıvı oluyor fakat çok şifalı..

2. Zencefille balı veya karabiberle pekmezi karıştırıp veriyoruz.


3. Bir soğanı ortadan ikiye bölüp yattığı odaya koyuyoruz.

4. Zencefil, tarçın, karanfil, ıhlamur , elma kabuğu, ayva yaprağı  çayı.. Çayın içine bal ve limonla birlikte süper karışım..

Ayrıca, ayak tabanlarına Vicks merhem sürmek. 

Dövülmüş çörek otu, bal karışımı ve ıhlamuruna ayva yaprağı katmak... 





26 Ocak 2015 Pazartesi

Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın


Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın,
Güneşten kızgın bir bostan duvarının,
Dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından
Tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısını yılanların.

Toprağın çatlağında, burçakotlarında ya da
İzlemek kırmızı karınca dizilerini,
Kâh dağılan, kâh toplaşıveren
Başak kümeciklerinin üzerine.

Gözlemek dallar arasından, çırpınışını
Denizin uzaklarda, pul pul,
Yükselirken ağaçsız tepelerden
Ağustos böceklerinin titreyen şarkısı.

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
Hissetmek hüzünlü bir hayretle
Nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
Üstü cam kırıklarıyla kaplı
Şu duvar boyunca yürümeye.

Çeviri : Egemen BERKÖZ
EUGENİO MONTALE

25 Ocak 2015 Pazar

Dua - Ali Şeriati


"Allahım! «Akidemi» «sorunlarım»ın elinden kurtar ve koru!
Rabbim! Bana sorumluluktan kaçan inanç ucuzluğuna karşı dayanma gücü ver!
İlahî! Akli ve bilimsel olgunluğum anında bile beni taassuba düşürme! Duyarlılık ve aydınlık faziletinden mahrum kılma!
Ya Rabbi! Beni sürekli bilgili ve uyanık kıl ki, bir kimseyi yada bir düşünceyi olumlu, olumsuz- iyice tanımadan önce bir yargıya varmayayım.
Allahım! Egoizm, çekememezlik ve kıskançlıkla karışmış cehalet ve başıboşluğumu, düşmana savaş, dosta saldırı aracı yapma!
Rabbim! Benliğimin; şöhreti olmam istenen benliğin kurbanı durumunu bana verme!
Allahım! Benim ruhumda, «insanlık»ta ihtilafı, «düşünce»de ihtilaf ve «ilişki»lerdeki ihtilaf ile karıştır ki, bu üç temel şeyi birbirinden ayrı tanıma gücünü bulamayayım.
İlahî! Beni garaz, kin, kıskançlık nedeniyle zulmün oyuncağı yapma!
Allahım! Beni insanlığın dört büyük zindanı olan «tabiat», «tarih», «toplum» ve «benlik»ten kurtar! Sen, ey yaratıcı! Beni yaratmışsın. -Benliğini, benliğimin yaratıcısı bilirim. Başka da değil- Öyleyse benliği çevreye, çevreyi de benliğe uyarlayabileyim, uygulayabileyim!
Ey Muhammed'i gönderen! Beni, «her şeye evet»çi bir tavır takınanlardan eyleme!
Ya Rabbi! Egoistliği benden uzaklaştır ve egoizmi kaldır ki, başkalarının egoistliğini görüp eziyet çekmeyeyim!"

Bu dua kitabı bir şey isteme aracı değildir; aksine bir eğitim ve öğretim kitabıdır. İnsanı Allah'ı, insanla Allah arasındaki bağı, insanla evren arasındaki ilişkiyi, Sartre'ın deyişiyle insanın hayattaki insani konumunu gösteren bir felsefe kitabıdır. İnsani konum, ben'i oluşturan etkenler ve şartların tümüdür. Bireyin sahip olduğu en güzel haller içinde böylesine derin bir eğitimdir ve bunun adı duadır. Ama sıradan anlamıyla bilinen dua değil; derin bir bilimsel, ahlaki ve felsefi eğitim kitabı.

Bir çok yönüyle duayı ele almış Ali Şeriati ve son olarak şöyle bir tanıma varmış:
"Dua, kendi benliğinin zindanına düşmüş, zindanda olduğunun farkına varmış, oradan kurtulma isteğine duyduğu aşk kendisini kararsız hale getirmiş bir insanın kaygısının ve ızdırabının tecellisidir. Dua, yalnız kalan ruhun ve yalnızlığın tecellisidir."

22 Ocak 2015 Perşembe

Yaşama Sanatı - Erich Fromm


"Gerçek bir sevgiyi yaşayabilmek için, önce her insanın kendi bireyselliğini yaşaması ve bu ayrı oluşun bilincine varması gerekir."

"İnsan bir bütündür. Düşüncesi, duyguları ve hayat pratiği, birbirinden ayrılamaz. Duygusal açıdan özgür olmadıkça, düşüncesi de özgür olamaz. Toplumsal ve ekonomik şartlardan bağımsız olmadan ise, duygusal özgürlüğe ulaşamaz. "

"Sevme eylemi sırasında, insan kendisini evrenle "bir olmuş gibi" hisseder. Ama gerçek sevgiye ancak kişinin bu süreç içerisinde bile kendi varlığını, bütünlüğünü ve bir tek kerelik oluşunu unutmaması sayesinde varılabilir."

"Eğer bir diğer insanı kendimden ayrı ve farklı olarak algılıyor ve onu bir yabancı gibi görüyorsam, aslında ben "kendi kendime karşı bir yabancıyım" demektir."

"Var olan ya da olması mümkün olmayan bir şeyi umut etmek anlamsızdır. Zayıf bir umudu olanlar ise, genellikle tembelliği ya da şiddeti seçerler. Ama güçlü bir umudu olan ve insanın potansiyel yeteneklerine inanan bir insan, yeni bir hayatın işaretlerini hemen tanı, onlara ilgi duyar ve gün ışığına çıkabilmeleri için, elinden gelen tüm çabayı gösterir."


Kitap, yaşamak bir sanattır, yeni bir insan bilimi, yanılgılar ve hayal kırıklıkları, engelleyici tutkular, geliştirici eğilimler, yol ve yol göstericiler, hayaller ve vizyonlar şeklinde adlandırılmış yedi bölümden oluşuyor. Genel olarak Erich Fromm'un çeşitli kitaplarından alınmış bölümler ile "Fromm Düşüncesi" hakkında en derli toplu şu noktaların altını çiziyor: hayat ve çekilen acılar karşısında insanın durumu, dıştan içe doğru özgürlük kazanmanın yolları, toplumsal yanılgılar, yanlış sevgi ve simbiyotik davranışlar, narsizm ve bencillik, sadizm, duyarsız yıkıcılık, akılcı sevgi ve üretici aktivite..

Yaşama Sanatı, çağdaş toplumların yapısını iyi kavrayan, onlar üzerine çözümlemeler yapan bunu çarpıcı teşhislerle akıcı bir şekilde aktaran Erich Fromm'un düşünce dünyasının, yaşam felsefesinin özetini andırıyor.

21 Ocak 2015 Çarşamba

kırma zeytin yaptım :)


Kafama kadar çektiğim yorganı kaldırıp, anne uyanabilir miyim, dedi bir kedi. Sonra ben dedim ki, çok uslu bir çocuk gibi duruyorsun, sanki her şeyde annenden izin alıyorsun. Güldü, anne sen benim küt küt atan kalbimdesin, dedi. Gel de yeme bunu, gel de bir daha uyu. Gıdıkladım onu, yatakta şebeklikler yaptım, sarıldım, öptüm, kokladım. Haydi uyan dedim kendime, bak sabahlar güzeldir, yeni başlangıçlar, tazelikler falan :)

Geçen ay değil ondan önceki ay kurduğum zeytinin hala tatlanmamış olmasına ciddi ciddi içerlemiştim. Ben zaten duygusal bir insanım her şeye içerlenebilme, kafaya takma potansiyele fazlasıyla sahip biriyim, az çok anlamışsındır sen de. Ama bir gün cidden duygusallığımı geri planda bırakmayı bilen güçlü kadınlardan olacağıma inanıyorum. Hala ümitliyim.. :) Ne diyordum, ha kırma, kırdıran zeytin, her sabah uyandığımda Allah'ım bugün ne olur zeytinim tatlansın diye dua ediyordum, suyunu değiştirirken kontrol ediyordum. En sonunda haftalar öncesinde kontrol ettiğimde tatlanmış artık demenin mutluluğunu yaşadım. Sanırım geç tatlanmasının nedeni, az kırdırılmış olması. Eğer kırma zeytin yaparsanız çok kırdırın ya da evde bıçakla çok çizik atın, bu önemli, önemliymiş :)

Nasıl yaptığıma gelirsek, pazarda az kırdırılan zeytinler su dolu cam bir kavanoza konur. Her gün suyu değiştirilir. Acılığı gidince salamura tuz, bir limonun suyu, dilimlenmiş bir limon ile hazırlanan suya zeytinler konur. En üste dört yemek kaşığı zeytin yağı dökülür ve kavanozun kapağı iki hafta açılmamak üzere kapatılır. Sonrasında kahvaltıda bol limon sıkılarak, üzerine zeytin yağı gezdirilerek yenir. Öyle ya da böyle, çok geç de olsa kırma zeytini yaptım. Seviyorum kendimi :))

Sonra dedim ki, her zaman şükretmek ve sevmek için iyi zaman, şu anki zamandır. Çok şükredin, çok dua edin ve kendinizi çok çok sevin. Ay lav yu..:))

16 Ocak 2015 Cuma

Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski


"Önde koşmak arkada kalmak kadar tehlikeliydi. Her yanlış adım hareketi yavaşlatır, her düşen öz kardeşlerinin ayakları altında ezilirdi.. Oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, gavrilaların mitkaların ve öteki dostların, yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli, anlamalıydık. insanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. Ama herkes yine kendisini düşünürdü. Coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişmeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk."

Boyalı Kuş, İkinci Dünya Savaşı'nın ilk yılında, annesi ve babası tarafından savaştan uzakta bir köye gönderilen küçük çocuğun hikayesini anlatıyor. Yaşadığı akıl almaz olaylarla bir köyden diğerine göçüyor bu çocuk. Bir yaprak gibi savrulduğu köylülerin insanları açık tenli, sarışın ve mavi gözlü. Çocuk ise esmer, kara kaşlı ve kara gözlü. Köylüler aslı kendilerinden olan fakat görünüşüyle farklı olduğunu düşündükleri çocuğa çingene ya da yahudi diye sesleniyorlar. O zamanlarda kimse böyle bir çocuğu yanına almak istemiyor çünkü evlerinde yaşamasına izin verenler öldürülüyor. Çocuk ahır, hayvan bakımı gibi görevler için kabul ediliyor. Bir çok farklı insanın evinde bir çok farklı olaylar yaşıyor. Bu olaylar bazen insanın kanını donduracak ve göz yaşlarının durmasına izin vermeyecek ölçüde acımasız ve travmatik. Anlatım, betimlemeler o kadar iyi ki yaşanan her şey bir film şeridi gibi gözünüzde canlanıyor.

Kitabın adı olan boyalı kuşun öyküsü ise şu şekilde: Çocuk, kuşçu Lekh'in yanına sığınır. Lekh ormanda güzel kuşları yakalayan, bunları köylülerle takas eden, yaşamını bu şekilde sürdüren biri. Ludmilla ise, Lekh'in sevgilisi. Zaman zaman buluşurlar ancak hiç kimse kadının yaşadığı yeri bilmez. Ludmilla ortadan kaybolduğunda Lekh, en güzel kuşlardan birini seçer, onun her yanını farklı renklere boyar. Ormanda, çocuğa kuşu ayaklarından tutarak sallandırır, onun sesine gelen kuşların toplanmasını bekler. Sonra bırakır sürünün içine boyalı kuşu. Toplaşan kuşlar,kendilerinden biri olmadığına inandıklarından gagalayıp parçalarlar bu garip kuşu..

Farklılığa tahammülün azaldığı dünyanın yürek parçalayan bir örneği Boyalı Kuş. Yazar bu kitaptan sonra tehditlere ve büyük eleştirilere maruz kalmış. Ancak kitabın sonunda eklediği notta, o zamanın yaşanan acılarına tanık olmak istediğini belirtmiş. Kitabın da, hikayesi anlatılan çocuk gibi bir çok saldırılara göğüs gerdiğini, hayatta kalma güdüsünün zincirleri kopartıp geçtiğini, insanların hayal güçlerinin de tutsak kalamayacağının örneği olduğunu göstermiş. 

13 Ocak 2015 Salı

gezginden


(.........)
"derya içindeydim de hani deryayı gördüm
küçük balığı gördüm, peşinde büyük balık
bir su ağası gibi kuvvetli ve saldırgan
oh balık, küçük balık, can balık
anasının kuzusu, deniz kokulum
söyle yavrum, söyle gözüm, söyle kılçığım
kim dokundu senin pullanmamış derine
kim kıydı senin o tazecik gövdene
denizde kum gibi dolgun pullarıyla
doymaz mı büyük balık küçük balığa"

(.........)
A. Z. Özger 

11 Ocak 2015 Pazar

doğum günüm..


Bugün benim doğum günüm, çok mutluyum nedensiz gülümseme ile uyandım sabah.. Hala da o gülümseme ile karşılıyorum her şeyi.. Doğum günüm için arayan, mesaj yazan arkadaşlarım, ailem çok teşekkür ediyorum, iyi ki yaşıyorum, hepinizi seviyorum.. Yukarı çıkıyorum gittikçe, tepeden hayata bakmak daha güzel :)
Elsacığımm unutmamış sabah çok güzel bir post yazmış çok duygulandım.. Canım benim çok teşekkür ediyorum...


Bu şiir ve şarkı kendim için...:)

Geyikli Gece

"Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum
."

Turgut Uyar

9 Ocak 2015 Cuma

Hayat Kırıklığı - Cem Mumcu


"Hep bir şeylerin kıyısından yansıyoruz. Hep bir yerlerden, hep başka biçimde, hep yansıtana göre, hep diğerinden. Aslını bizim bile bilmediğimiz şeyler olarak kendimiz arıyoruz. Hem çekince etrafımızdan altın yaldızlı çerçeveyi, masayı ya da kaloriferi boşluğa düşüyoruz. Ya da hepsine rağmen kendimiz olmaya devam mı ediyoruz? Edebiliyor muyuz? "Devam etmek" bile bir mihenge ihtiyaç gösterirken yapabilir miyiz? "-e göre" olmayan bir halimiz var mı?
Adı bile olmayan bir hale o kadar hasretim ki, adım bile olmayan bir hali o kadar istiyorum ki.. Bu kadar korkarken her ikisinden de.."

Hayat Kırıklığı'nda Cem Mumcu, yazarlık yaşamı süresince yazdığı gazetelerdeki, dergilerdeki yazılarını bir araya getirmiş. Kitapta belli bir konu yok. Her bölümde farklı konulara değinilmiş. Futbol, terör, sinema, cinsellik, internet,mizah, aşk gibi konular..

Her bölümün sonunda yazının nerede yayınlandığına dair bilgiler yer alıyor. Bu bilgilerle Mumcu'nun ne kadar çok dergide, gazetede yazdığını görüyor ve çok farklı yazın diline sahip olabildiğini hissediyoruz. Hatıra, deneme, eleştiri, didaktik metinlerde bunu fark ediyoruz. Bölümler arasında da renkli-renksiz fotoğraflar ve değişik çizimler yer almakta.

7 Ocak 2015 Çarşamba

İmparator Çay Bahçesi - Nazlı Eray



O anda aklımdan Luigi Pirandello'nun şu cümleleri geçiverdi:
"Benim yaşamımı yaşayan birisi var ve ben onun hakkında hiç bir şey  bilmiyorum"

İmparator Çay Bahçesi, okuru bambaşka bir hayal dünyasına davet ediyor. Nemli Bartın.. Hayal kadınların, her gece ay battıktan sonra, kendilerini düşüncelerinde yaşatan erkeklerine geldikleri Taşhan geceleri.. Konuşan Afrika menekşeleri, Casino Venüs, Japon oyun makineleri, gizemli gece, insanların kendi aralarında ördükleri yaşam ağının sorgulanması, aşklar, tutkular ve gökyüzü dedikoduları...

Uşak, Dörtyol'daki İmparator Çay Bahçesi'nde başka dünyaya göç edenlerle hiç hesapta olmayan buluşmalar.. Aşkı her yönüyle yaşamak isteyen esrarengiz Madam Kelebek, Gül Abla, geçmişinin bedelini ödeyerek bir anda yaptığı yanlışları anımsayıp, pişmanlıkla kendini ifade etmeye çalışan Sabriye.. Loş casino köşesinde ağır ağır dönen pembe dudak izli oyun makinesi..

Romanın başındaki insanların tıpkı hayattaki gibi sonlarda yitip gitmesi, yerlerini yeni kişilere bırakırken yaşadıklarından herkesin payına düşebilecek kazanımlar bırakmalarını okuyoruz. Sonra gün ışırken, aydınlığa karşı delice bir koşuş.. Bu koşuşun içinde birbiri içine kaçan hayaller, yaşanmışlıklar, dün, bugün, anılar, yaşamlar, ölümler ve kalanlar..

6 Ocak 2015 Salı

Gülce 5 olduuu :)

"İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti.."
- N. Hikmet 

Doğum gününü okul arkadaşların ile kutlamak istedin. Pastanın Winxli olmasını istedin çünkü onları çok seviyorsun. Annen pamuk prenses kıyafeti çok aradı ama bulamadı. Gece hiç uyumadın hep yanıma gelerek heyecandan uyuyamıyorum dedin. Çok heyecanlı ve bir o kadar mutluydun..

Sabah saçlarını lüle lüle yaptırmak istediğini söyledin. Kuaförde çok uslu durdun ve yapıldıktan sonra saçlarını çok beğendin. Annene ve babana işten izin alıp çabuk gelmelerini söyledin. Okuluna geldiğimizde çok sevindin. Pastanı beğendiğini söyledin ve gözlerindeki mutluluk bizi çok mutlu etti..


Yeni yaşın kutlu olsun prenses kızım.. 
Seni çok seviyoruz..

1 Ocak 2015 Perşembe

Yazılar ve Tuğralar - Enis Batur


"Parçalanan şiir! Dene her sesi. Gir bir yoldan ötekine; kaçınılmaz çıkmaza yansısın karmaşık yüzün. Oradadır çıkışın; Çoğulluksun sen, kaynağındaki tekilliği anımsa. Ayrışmasın, kökündeki birleşmeyi unut. Benzeri olmayan derişmesin, bölerken saat insanı. Oradadır işte ereğin- kıvılcım boyunun sarsılmaz kütlesi."

Yazılar ve Tuğralar Enis Batur'un 1973-1987 arası yazdığı şiirlerin bütününe yakınını kapsıyor. Birbirinden bağımsız lirik parçalar bazen Türkçe'yi zorluyor ve ondan başka bir tat çıkarmaya çalışıyor. Bazı imgeleri, sözcükleri, şiirleri alışılagelmiş şiir soy ağacının dışında gözükse de  Enis Batur tam bir yazın adamı..

"Ses ve soluğum şimdi, Gün'e ve Gece'ye katkı. Belki nedensiz bir ürpermeyim, kırışık evrenin taş çekirdeğinde. Görkemim belki, arınacağım kargaşayı beklerken. Sayısız pencere, sayısız çığlığın içinde gitgide ürken engerek koridorda balkıyıp duruyorum. İşte çatlayan duvarlarım. İşte can kolladığım seki, basamak, kanlı düzlük. Sonradan yırtılacağım et, işte. Burada, kül beyaz bir sarnıcın aldatı duyarlığının orta yerinde- hep ve aralıksız burada, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim artık."

Yankı
Her kelimenin iki anlamı olduğunu
bilmiş, baştan beri üçüncüyü aramıştı.
Ama bu bir şey değildi asıl aradığının
yanında : Başka bir düzen olsun istemişti
seslerin arasında, harflerle renklerin
birbirlerini itmedikleri bir dengeydi
ısrarla kovaladığı. Yıldan yıla dile
yüklediği zalim işi dizmişti kafasında,
ışığa ve karanlığa, sessizliğe ve uğultuya
verdiği değerleri elden geçirmişti tek tek.
Heceden heceye dörtnala ilerlemişti bakışı,
cümleden cümleye tekinsiz bir başdönmesiyle
geçmişti: Bir an boyu elinde tuttuğu kelime
onu kavururken durmuş, gözlerini uzağa,
sonsuz bir boşluğun ardında beklettiği
sonsuz bir aynaya dikmişti.

"Ben yoksam" demişti oradaki yüz, "siz
bekleyin".


Aztek yılı biterken
"Bırak, gelsin: ışık, ses, temas:
Sen sis nedir bilir misin?
Avlandığım işsiz akşamlar,
kıpırtısız binlerce yaprak
ve erketede bekleyen rüzgar
hatırlıyorum her şeyi bir
bir unutuyorum her şeyi:
Bu gam, bu dövme, Ave Maria
ve kuşların toparlanma çağı:
Güneş batarken başını kaldırıp
kısık gözleriyle gökyüzünü delen
kadından kalmış bir bakış
hızla akıyor içimden.

Karanlığın sonuna gittim ben.
Orada pencereler dilsiz
kapılar sürgülüyken bağırdım:
Yanı dönüp geldi ve vurdu
yüzüme: Çöktüysem, tortu, dibime
kimse sallanmasın artık."