25 Kasım 2015 Çarşamba

güz izlenceleri III


1) A Bout de Souffle - Serseri Aşıklar, 1960
Yönetmen: Jean Luc-Godard
Oyuncular: Jean Seberg, Jean-Paul Belmondo, Daniel Boulanger..
Ülke: Fransa
        Trufault'nun bir gazete haberinden yola çıkarak öyküsünü geliştirdiği unutulmaz filmde aşk, ihanet, suç konuları ağır basıyor.


2) Bitter Moon - Acı Ay, 1992
Yönetmen: Roman Polanski
Oyuncular: Peter Coyote, Hugh Grant, Kristin Scott Thomas..
Ülke: Fransa
        Bir yolcu gemisinde karşılaşan iki çiftin yolculuk boyunca paylaştıkları geçmiş, saplantılı bir aşk hikayesi hayatın gerçeklerini yansıtıyor. 


3) The Boy in the Striped Pyjamas - Çizgi pijamalı Çocuk, 2008
Yönetmen: Mark Herman
Oyuncular: Asa Butterfield, Vera Farmiga, David Thewlis...
Ülke: ABD, İngiltere
    İki masum çocuğun gözünden ırkçılığın, insan ayrımının anlatıldığı film insanı derinden etkiliyor.



4) Die Blechtrommel - Teneke Trampet, 1979
Yönetmen: Volker Schlöndorff
Oyuncular: David Bennent, Mario Adorf, Angela Winkler...
Ülke: Polonya, Batı Almanya, Fransa
        Alman yazar Günter Grass'ın 1959 tarihli kitabından uyarlanan filmde büyümeye direnç gösteren Oscar'ın üzerinden savaş yılları, değişen dünya, yozlaşan ilişkiler ince ince işleniyor.

5) Lolita, 1962
Yönetmen: Stanley Kubrick
Oyuncular: James Mason, Sue Lyon, Peter Sellers..
Ülke: İngiltere
        Nabokov'un Lolita adlı romanından uyarlanmış. Filmin 1997 yapımı olduğunu sonradan fark ettim. O yüzden siyah beyaz izledim. Filmde orta yaşın biraz üzerinde bir yazarın aykırı aşkı ve bu tutkulu aşkın sonrasında gelişen olaylar konu ediliyor.

21 Kasım 2015 Cumartesi

dergi günlüğü


Aylık kültür sanat dergisi Siyah Sanat'ın kasım sayısında "Memento Mori" adlı yazım çıktı.
Ayraç Kitap Dergisi kasım sayısında da  "Bir Zamanlar Hayat Bizimdi" adlı kitabın değerlendirmesini yazdım duyrulur :)

Güzel bir hafta sonu dileğiyle..

16 Kasım 2015 Pazartesi

güneşli


dünya acıyla inliyor her gün,
güneşin alfabesinden sesler aşır,
sesini henüz kaybetmemiş çocuklara...




13 Kasım 2015 Cuma

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı - Bilge Karasu


"Düşüncesinin sınırlarını çizen, öteden beri çizmiş olan birtakım kavramlar var. Şimdi farkına varıyor. Gelip gelip inanca, kısırlığa, bir şeyler yapma kavramına dayanıyor. Oysa ya bundan kurtulmalı..."

"Yaşama sanki hiç gelmeyecek, erişmeyecek bir bayram gibi."

“Başlangıcı, bitimi belirsiz olan başka bir yol. Her günkü yaşantılarla meydana getirilen, uzatılan bir yol. Ama bu yolun bir yerinde öyle bir tepeye, öyle bir doruğa varılırdı ki o doruktan her yer açıkça, hiçbir gölgeyle kararmamış, ışık içinde, parıltı içinde görünürdü.”

“Kaçışlar anlam taşımağa başlamıştı. Direnenler birbirlerini destekliyor, biribirini destekleyenler yeni bir güç kazandıklarının farkına varıyor ya da böyle bir sanıya kapılıyorlardı… “Ama onlar da kaçmış diye düşünülüyor, ortaya yeni bir iş, yeni bir felsefe, yeni bir değer konuyordu: Kaçmak. Bir ülkü, bir direnme, bir kahramanlık yolu oluyordu bu, aynı zamanda yeni bir baskı yolu…” 

“İnsan nasıl olsa öleceğine göre bir şeyler yapmak daha iyi olur. Ölüm boş bir şey, ölümü beklemek, oturup beklemek, boş bir iş. Yıllarca sevgi sözü ile ölüm sözünü yan yana getirip durmuş, ikisi arasında bağ kurmağa kalkmadığı halde, öğrettikleriyle söyledikleriyle, ölümün sevilecek, sevilebilecek bir şey olduğunu düşündürmeğe çalışır gibi davranmıştı. Oysa şimdi bununla da yanıldığını sanıyor, düşünüyor… Ölüme karşı çarpışmak gerek. Ölüm ancak, gelip tepene dikildiği, seni, gözünün yaşına bakmadan yanına alıp götürdüğü anda, onu kabul etmelisin.”

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, 1971 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı'nı almış bir öykü kitabı. Ada, Tepe ve Dutlar olarak başlıklandırılmış üç bölümden oluşmaktadır.

Genç keşiş Andronikos, Bizans'ta "resim kırıcılık" diye adlandırılan baskı dönemi başladığı zaman kendini birtakım hesaplaşmalar içinde bulur. İnsan olarak, bu baskı karşısında içselleştirdiğim, bana zorla benimsetilmek istenen bu yeni durum karşısında ne yapmalıyım? Yazar, Andronikos üzerinden ve onun bu tarz sorularının içinden, eski ve yeni arasında bir seçim yapmaya zorlanan insanların içsel dünyasını aktarır.

İnsanların maruz kaldığı düşünceler, toplumdan topluma, kültürden kültüre, çağdan çağa farklılıklar gösterir. Yeniyi kabulleniş uzun bir zamanı gerektirir. Peki insanın bir çırpıda değerlerini yok sayıp, yeniye uyum sağlaması mümkün müdür? İşte bu sürecin duyumlarını, göreceliliğin yansımalarını barındırıyor kitaptaki öyküler. Bunun yanında kaçış ve yol temasının tüm ayrıntılarıyla işlendiğini görüyoruz. Kahramanlardan Andronikos reel kaçışın, İoakim ise düşünsel kaçışın simgeleri gibidirler.

6 Kasım 2015 Cuma

Gece - Bilge Karasu


"Bir insanın bir insanı vurması, öldürmesi, genellikle, öfke, korku ya da baskıyla açıklanan, açıklanmak istenen bir iştir. Öfke, korku, baskı, kolaylıkla birbirine dönüşür, birbirinin kılığına girer; dışarıdan geleni içten, içten geleni dışarıdan gelirmiş gibi gözükür. Benin, benliğin altta kaldığı duygusunun, birer görünümüdür üçü de. Gecenin işçileri, hep altta kaldığı duygusuyla bunalmış insanlardan mı derlendi? Çocukluğundaki umacılardan kurtulamayan, sevdiklerini gönüllerince saramayan, etlerini istedikleri etle birleştiremeyen insanlar mıdır hep, bu işçiler?"

"İnsanlar, büyüklüğü de, büyüklüğün dokunulmazlığını da unutmuş durumdalar. Bir şaşkın cüceler dünyasında yaşadığımızı benden önce söyleyenler çok... Bizden önce... Eşitlik türünden saçmalar, bizi bu hale getirdi. Kuşkuya, işkile eşitlik mi olurmuş? Bir gün kurulabilecek tek eşitlik, olsa olsa ödevde, esleklikte, büyüklüğümüzün düşünde eşitliktir. Bize buyurana duyduğumuz sevgide eşitliktir."

"Biraz gizemli, biraz şiirli bir şey göster insanlara; unuttukları, gömdükleri duyguları, duyarlılıkları, içlilikleri biraz kışkırt; ne zamandır geride bıraktıklarına inandıkları birtakım çocukluk korkularını, kaygılarını, çekingenliklerini karıştırıp bulandır; ondan sonra da istediğini yaptır onlara."

"Bir yaşam belirsizliğidir bu. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" dedirten, kişinin kendine yakın bulmadıklarının karşısında -gizli de kalsa- bir "oh olsun! Dikkat edeydi ya" duygusu bile uyandırabilen bir bilisizlik. Bir kafa yoksulluğudur bu. Okumasını öğrenmiş ama yaşamadığının farkına varamamışların, bir insanın birçok yaşamı yan yana sürdürebileceğini usu almayacakların yoksulluğudur bu; sokağa düşmenin, kötülüklerle burun buruna gelmenin kimi zaman biraz olsun azaltabildiği bir yoksulluk..."

"Oysa yazar, tanımı gereği, sözcükleri hem ortaklaşa kalıplarına dayandırmak, hem kendi dilini yazmak durumundadır. Yazdığı anda kalıp yaratıcısı haline gelir. Cambazlığı, ustalığı, bu ince iki teli, üzerinde yürüyebileceği biraz daha kalın bir tel haline getirmek midir? Biliyorum, yazar demekle pek belirsiz bir şey söylemiş oluyorum. Düşündüğüm, bir çeşit yazar, bir çeşit yazarlık yalnız. Her sözcük kolayca şişirilebilir. Dümdüz, düpedüz söyleyip anlatmanın gizini daha kimse çözmedi. Oysa "gece" şişirilmeden de, etkili bir sözcük olabilirdi. İçimizdeki hayvanı ürperten..."

3 Kasım 2015 Salı

dergi aşkına :)


Kitap değerlendirmemin yer aldığı Ayraç ekim sayısı nihayet elime ulaştı.
Yeni çıkan Berhava Öykü adlı dergide de, "Alacahan" adlı öyküm yayımlandı. İlk kez kendi yazdığım bir yazı yayımlanıyor çok mutlu oldumm :))

Berhava Öykü'yü Ayraç Dergisi'ni bulabileceğiniz D&R kitap mağazalarından temin edebilirsiniz.
Sevgiyle kalın..

1 Kasım 2015 Pazar

Altı Ay Bir Güz - Bilge Karasu


"Ölümü geciktirmeye çalışanlar arasına girerken her türlü korkudan arınmalı, umut değil güven kuşanmalı.. Bu kapıdan içeri girenin umudunu Tanrı'ya bağlaması, kendini hekimlere teslim etmesi gerekir. Korku ile umudun bir arada yönettiği bu dünyada ilk korkularınızla ilk güvencenize yeniden kavuşacaksınız..."

“Bir zamanlar kediymişim ben Halûk. Sonra, herhalde kediler arasında işlenebilecek en büyük suçu işlemişim ki dünyaya bir daha gelişimde insan olmak cezasına çarpılmışım.”


“Şimdi yoksulluğu da çalışmayı da öğrendin. Sevmeyi öğrendiğin gün hiçbir eksiğin kalmayacak ”


Altı Ay Bir Güz, yedi bölümden oluşuyor. Tür olarak ne bir roman ne de hikaye. Uzun hikaye ya da uzun bir anlatı diyebiliriz. Kitap sevgili Bilge Karasu'nun vefat etmeden önceden kaleme aldığı son çalışmasıdır. Öldükten sonra yayımlanmasını vasiyet etmiştir. 1996 yılında ilk basımı yapılmıştır.


Kitapta, ölümü kendine yakın hisseden Kerim'in, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerine uzanan yaşanmış yolculuğu anlatılıyor. Her bölümdeki geçmiş yolculuğunda hayatın farklı durağında karşımıza çıkan değişik insanlar misali farklı kişilere yer veriliyor. Bu anılar salt bir yaşanmışlığı aktarmıyor bunun yanında destanlardan, masallardan, resim sanatından ve hrıstiyanlık teolojisinden kesitler sunuyor. Bir sanatçının son demlerinde sanatı sorgulayışı, bir yazarın gerçeğe dokunabilme güdüsü ince ince işleniyor.


< Yaşamak, bir noktadan sonra yineleyici oluyor.. İnsan bu tekrarın içinde farklı arayışlara girse de, ölümün gerçekliğinden kaçamıyor. Sonun, başın, ortanın birbirine karıştığını, anlamını yitirdiğini anladığı bir gün er ya da geç geliyor.


< Yaşamadan bilgi edinilmez. Kitaplar olsa olsa edindiğimiz bilgileri denetlemeye yarar. Yazıyı, resmi, musikiyi yaşamanın amacı yapmamak gerekir, yaşamak  gerekir.


< Sanatta, tazeyi, el değmemişliği bulmaya çalışırken ya bayata ya da çocuksuya, alıkçaya saplanır gideriz. Tazeliği, el değmemişliği yaşamdan sanata taşımak gerekir.