30 Kasım 2014 Pazar

hafta sonu aktiviteleri


Bu senenin başında Gülce'nin öğretmeni veli toplantısında bize yine bir proje ödevi verdi. Seçenekler fazlaydı ben de geçen yıllardaki gibi artık malzemelerden bir ürün yapma seçeneğini tercih ettim. Bu konuda sanırım uzmanlaştım. Bu sefer kalın çöp torbasından cübbe yaptım. Malzemeler: dikdörtgen şeklinde kesilmiş kalın karton, siyah çöp torbası, kırmızı kalın kurdele, yapıştırıcı. Önce gövde kısmını yaptım, kolları kesip yapıştırdım sonra dikdörtgen şeklindeki yakayı çöp poşeti ile kapladım, onu da gövdeye yapıştırdım. Kollara, yakaya ve gövde kısmına kırmızı kurdeleleri yapıştırdım. Kuruduktan sonra ev haliyle, eşofmanlı halde Nazımıza cübbeyi giydirdim, fotoğrafını çektim. Giydirirken kol kısmı biraz açıldı, bir daha yapıştırdım o yüzden tutkal gibi çok kuvvetli bir yapıştırıcı kullanın, ola ki siz de çocuğunuza bu tarz proje ödevi olarak yapmak isterseniz :)

Alış veriş aktivitelerimizden :)


Kış hazırlığı :)


Barbie tutkusu fincanlarda da devam ediyor :)
Bu fincanlarla kahve çay yapıyor bana.


Bu da Anne topuklu çizmemi çek Arzu teyzem görsün pozu. 
Topuklu ayakkabılara çok meraklı :)


Alışverişte yorulup yemek beklerken anne beni şöyle de böyle de çek pozlarından biri :)


kimsenin İran kedilerinden haberi yok


İranlı yönetmen Bahman Ghobadi'nin İran’da indie-rock yapan bir grup müzisyen gencin karşılaştıkları zorlukları kurgu-belgesel türünde gösterdiği Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok isimli filmi 2009 yapımı, orijinal adı, Kasi az Gorbehaye Irani Khabar Nadareh..

Negar ve Ashkan, İran’da rock müzik icra ettikleri için hapiste yatıp serbest kalmış iki müzisyendir. Buna rağmen müzikten vazgeçmek istemeyen iki arkadaş, yer altında çalışma yapacak bir müzik grubu kurmaya karar verirler. Kendilerine eşlik edecek müzisyenler aramaya başlayan Negar ve Ashkan, bir taraftan da daha özgür olabilecekleri bir ülkeye, İngiltere’ye gidebilmek için yollar aramaktadır. Fakat gerekli belgeleri toparlamaya çalışan iki arkadaş, kendilerini hiç akıllarına gelmeyen tehlikelerin içinde bulacaktır..


Ödülü bol, müzikleri güzel, öyküleri sürükleyici, müziğe baş koymuş gençlerin enerjisiyle dolu bir film. Peki niye ismi, kimsenin İran kedilerinden haberi yok? Çünkü İran'da köpek ya da kedi ile dışarıda gezmek yasakmış, ama birçok insanın evinde kedi ya da köpek bulunuyormuş. Gençler de evlerde saklanarak, yer altlarında müziklerini yaptıkları için yönetmen böyle bir kapalı istiare yapmış..



Filmin sonunda yönetmen underground müzik tarzı gibi farklı tarzlarda müzik yapan gençlere destek verin, yani kedileri unutmayın diyor..

Mutlu pazarlar, sevgiler..

diyorlar


"Mutlu olmak için içinde bulunduğumuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur aslında. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları ise daha alçakta arayıp durur. Oysa mutluluk, insanın boyu hizasındadır." 
- Alfred D. Souza

"Düşünmeye vakit ayır. Düşünce güç için kaynaktır. Okumaya vakit ayır. Okuma bilginin pınarıdır. Duaya vakit ayır. Dua, güç anlarda direnmenin desteğidir. Sevmeye vakit ayır. Sevme hayatı tatlı kılan şeydir. Vermeye vakit ayır. Verme günün aydınlığıdır. Teşekküre vakit ayır. Teşekkür, hayat pastasının kremasıdır."  
- Charles Lever

"Acı çekmek iyidir. İnsanı alçak gönüllü ve merhametli yapar. Hala düne bağlıysanız, bugün hiç bir yere gidemezsiniz. Karanlığın ortasında durup sanki tamamen aydınlıktaymış gibi davranmak zaferdir.
(....)
İnatçı terslikler bazı kimselerin kaçmasına bazılarının ise rekorlar kırmasına neden olur.Duaların kanatlarıyla sıkıntılarımız uçup gider. Tünelin karanlığından şikayet etmeden önce, dağlardan geçen kestirme bir yol olduğunu hatırlayın.
Hayat varken ümit de vardır.." 
- G. Marquez

29 Kasım 2014 Cumartesi

anış


Tabiatın geliştireceği sevgi içinde büyümek,
çocukluğun saklı odalarında kalan biricikliğimi, masumluğumu toplamak..
Uzaktan bakan düş kalelerinden, lirik özleyişlerden uçuk pembe düşler çalmak
ve yeniden başlamak.. 
Büyük gücün tuvalinde bambaşka bir desen olmak, 
ona sarılmak, onunla bütünleşmek..

Çünkü o, hep doyuran ve bağışlayandır..




25 Kasım 2014 Salı

Noksan - Enis Batur


"Yazı acı giderici, ağrı sökücü, ağrı akıtıcı, sağaltıcı değil-hiç biri değil. Yeni edindiğim bir bilgi, bir deneyim sayamam bunu;yılların içinde kaç kez doğruluğunu sınama olanağı bulduğum durum. Gene de, ben ki susuyorum çoğu zaman acı karşısında, midye gibi kapanıyorum sık sık, sözden ve yazıdan medet ummaktan vazgeçmiyorum bugün, şu koşullarda. Kelimeler yardım edebilmeliydi-edemiyorlar. Şeytan çıkarma ayinlerindeki delisaçması tekerlemeler türünden anlamsız bir cümle bulabilmeliydim-bulamıyorum. Artaud'nun, 1943'de Paulhan'a gönderdiği, ben henüz yeryüzüne gelmenin çok uzağındayken kurduğu kilitli cümlede geçiyor adım: Kabhar Enis- Kathar Esti."

"Geçmiş ile gelecek arasında kaygan bir zamansa şimdi, ben ille de ayakta kalmaya çalışan biri olarak görmüyorum kendimi: yaşam, bizi nasıl olsa düşeceğimiz bir an'a hazırlar ve düşmek sanıldığı kadar komik bir koşul değildir. Bizi sarıp sarmalayan trajik bir pelerini de vardır."


Yaşam düzenini her şeyden önce korumaya çalışan bir yazar Enis Batur. Noksan adını verdiği kitabı, hayatımızda hep yarım kalmışlığımızı imliyor aslında. Paris sokaklarında gezen, sigarasını tüttüren bazen aylak, bazen çoğullaşan geniş bir duyumun izlerini, izlenimlerini taşıyor. Kimi zaman bir deneme, kimi zaman bir mektubu canlandırıyor sayfalarında..

Batur'un Paris günlerinde aldığı kitaplar, izlediği filmler, dolaştığı sergiler ve bunların onun dünyasında başkalaşarak bize yansımayı, kalbimize, zihnimize oturmayı bilen tecrübeleri.. Fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğraflara senaryo yazan, kimi zaman odasına çekilerek yalnızlığın düzleminde hislerini sözcüklerle çizmeye çalışan, yürürken yazmayı düşünen, düşünürken yazıda yürüyen, ruhu bu noktada ortadan ikiye bölünmüş bir adamın otoportresi..

Yazarken sanat eserleri ve imgelerle söyleşiyor Batur. Onlar da hayatı kendini tartıyor, ulaşıp dokunabildiklerini, elinden uçup gidenleri, iç içe geçen her şeyi yorumluyor, gözlemliyor..
Bu kitap, bir yazarın dünyasına girip onun söyleşisine, solo yürüyüşlerine dahil olmak gibi, onun algılayışı ile hayata dokunmayı denemek gibi..


Akşam Türküsü


Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu
Soğan doğra, kıyma koy, ateşi kıs
Ateşi kıs pirinçler diri kalsın.
Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

Ödemez arkadaşsızlığımı

Zor günler yaşadım
Utanmam anmaktan
Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım
Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem
Utanmam
Ama akşamları
Bu boşunalık duygusu kapıyı çalmadan
Usulca ilişiverir yanıma
Çocuğu giydir parklara çık
İşten dönenleri gözle
Köfte güzel olmuş saçın yakışmış
Orhan ağbi ölmüş... 

Artık yazmıyor musun?
Kirazlar erken çiçeklendi bu yıl
Kirazlar aldandı.
Ben aldanmadım
Ayşeyi büyüttüm
Büyüttüm öfkemi… 

Arkadaşsızlığı
Çirkinliği
Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

 Kızımın da adı Ayşe
 Yiğit atılır ateşe
 Bu ışık böyle büyüsün
 İş düşmez bir gün güneşe


Hadi çamaşırları yıka, ölülere ağla
Ninni söyle:

Kızımın da adı Bengi
Dünyaya saldığım türkü
Sular aktıkça durulur

Bozuk yapılar yıkılır
Çürür sarı yaprak gibi

Hadi kendini yen hadi kendini...

                                      Sennur Sezen

24 Kasım 2014 Pazartesi

dünyanın bütün çiçeklerini diyorum..


"Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek."
                                            Ceyhun Atuf Kansu


"Elini ilk tuttuğumda
Anneminki kadar sıcaktı
Gözlerine baktığımda
Babam gibi güven doluydu

Sen çok iyi bir öğretmensin
Seni kim sevmezki
Herkes sever
Seni çok seviyorum

Gülce'yi ve sizi çok seviyorum
Siz okumayı öğrettiniz
Yazmayı öğrettiniz
Son defam
Sizi çok seviyorum.."
                      Zeynep, 2. sınıf

Yurdumun çiçeklenmesi için daima didinen öğretmenlerimin bu güzel günü kutlu olsun..
Nice güzel bahçelerde büyümek dileğiyle...


22 Kasım 2014 Cumartesi

Var olmanın dayanılmaz hafifliği


"Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir."

"Aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur."


"Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmalıydılar. "


"Bir olay kendisini hazırlayan rastlantıların sayısı oranında önemli, anlamlı ve dikkate değer değil midir? Rastlantıların sadece rastlantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize."


"Sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada. Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla başkası için hissettiği imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekemez.
"Es muss sein!" Olmalı!"


"İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir"


"Einmal ist keinmal," diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez."


Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği, Ağırlık ve hafiflik, Ruh ve beden, Yanlış anlaşılan sözcükler, Ruh ve beden, Ağırlık ve hafiflik, Büyük yürüyüş, Karenin'in gülümseyişi diye başlıklandırılmış yedi bölümden oluşuyor. 

Kitapta Tomas ve Tereza; Franz ve Sabina adlı karakterlerin etrafında var oluşçuluk, aşk, cinsel yaşam, ilişkiler, aile baskısı ve etkisi, o zamanın siyasal düzenin etkileri ince ince işlenmiş. Arka plan, Prag'daki kominist yönetiminin hakim olduğu 1960-1970 yılları.. 

İlişkileri ayrıntılı bir şekilde aktarılan birinci çift, hafifliğin tüm bağlardan kopmak olduğunu ve gerçek var oluşun bundan ibaret olduğunu düşünür. İkinci çift ise, geleneksel bir yaşamı temsil eder yani hayatı düşünceleri ve inançlarıyla  anlamlı kılmaya çalışan bir yaşayış biçimini seçer. Bu iki yaklaşımı yaşayan insanların yüzleştikleri ve sınandıkları hayat tasvir edilir. Bunların yanında var olma ve unutulma arasındaki tek durak diye nitelenen kitsch üzerinde fazlaca durulur. En son kısımda ise, Tereza'nın köpeği Karenin üzerinde diğer canlılarla insanların var oluş kısmı sorgulanır ve hayvan sevgisi çok duygusal bir şekilde aktarılır. 

Franz'ın mezar taşında: nice dolaşmalardan sonra döndü yazıyordu. Tomas'ın mezar taşında ise, Tanrı'nın cennetini yeryüzünde istedi..
Tereza ve Tomas ağırlık burcunda ölmüşlerdi; Sabina hafiflik burcunda ölmek istiyordu, peki ya sen?

16 Kasım 2014 Pazar

Zaman Dışı Yaşam - Tezer Özlü


"Nuto: Neden ağlıyorsun?
Kadın: Yaşamı yoğunlaştıran ölümün kendisi değil mi?
O anda edebiyatın, yaşamın kendisinden daha canlı olduğunu kavrar ve edebiyatın doğmasının nedeninin de bu olduğunu düşünür. O ana kadar o yaşamın daha canlı bir şey olduğuna inanmıştır. Ama edebiyat daha çok yaşam, daha çok aşk, daha çok duygu, daha çok ölüm yüklüdür."
Büyük bir resmin herhangi küçük bir kesitinde, trenle kendini metruk yollara atan bir kadının kalbinde yaşayan adamın izleri, gerçekte karşılaştığı erkeklerin gürültüye dönüşen sesleri, kendisindeki yankıları ve zihninde, o dar akışta yaşamı arayışları..

Fonda The Rolling Stones, adı olmayan bir otel odasında duvarda, eski bir parşömende yazılı Cesare Pavese sözleri.. O sözlerin, o gerçeklerin, kadının yaşamında kesiştiği anlar..

Küçük bir yaşam kesitinin altında yatan her şeyin, şiirsel bir yorumlayışla su yüzüne çıkarılması.. Hayal gücünü fazlasıyla harekete geçiren diyaloglar, yazılı, özgün ve düşünsel bir nümayiş..



13 Kasım 2014 Perşembe

Elveda Alyoşa - Oya Baydar


"Ben seni, duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim. Güvenli, mağrur, muzaffer kimliğimin derinliklerinde gizlenen korku dolu, ürkek çocuk kuşkularına Batı’ dan gelen etkili bir ilaç, sarsılmaz bir kanıtsın diye ve belki de kadınlığını bile öne çıkarmaya gerek duymayan, iddiasız, özgür, huzur dolu güvenin için sevdim.
Sevdim mi?
Hiçbir aşk sözcüğü söylenmedi aramızda. Hiç soru sorulmadı. Hiç kavga etmedik, hiç söz vermedik, hiç bağlanmadık birbirimize. Buluşurken, konuşurken özgürdük. Yasamız yoktu,tarihimiz, sınırımız da. Farklı yönlerden esen rüzgarlar gibi , belirsiz bir zamanda , belirsiz bir yerde buluşurduk. Dünya küçüktü ve bugünüyle olmasa da yarınıyla bizimdi.
Dünyalarımızı ayıran duvarda payım, emeğim vardı. Duvar, inancımın anıtı, istesem de istemesem de kimliğimin rozetiydi. Seni duvara karşı duyduğum karışık duygulara benzer titreşimlerle, korkuyla, kuşkuyla ama umutla sevdim. Duvarı anlamsız ve çirkin bulduğunu sezdiğim zaman, senden kuşkuya kapıldım, duvardan değil."

Elveda Alyoşa, Duraklar, Vedalar, Anımsamalar, Branderburg Kapısı'nda Ölüm başlıkları ile dört bölüme ayrılmış öykülerden oluşuyor. Bu öykülerin ana teması ise, Oya Baydar'ın seksen döneminden sonra yurt dışındaki sürgün günlerindeki gözlemleri ve izlenimlerinden izler taşıyor.

Baydar bu kitabın belli bölümlerinde, Doğu Almanya'da başlayan ve Berlin Duvarı'nın yıkılışı ile yaşadığı toplum içindeki gelişmeleri taraflı bir bakış açısıyla değerlendiriyor.

Duraklar bölümünde kendi yurdundan kopmuş yabancı bir ülkede yaşayan bir insanın izlenimlerini, duygularını, yurduna özlemlerini; Vedalar'da, geçmişte kalmış hatıraları, ütopik özleyişleri, kaybedilmiş paylaşımların sıcaklığını; Anımsamalar'da zamanın sarkacında yok olan sevilen kalplerin burukluğunu, geçirilen anların sayıklamalarını; Branderburg Kapısı'nda Ölüm bölümünde, Berlin Duvarı ile yıkılan sosyalizmin yok oluşunu bir kadının perspektifinden şiirsel ve edebi bir dille çok iyi aktarıyor.

"Orada öyle mutfak kapısına dayanıp durmuşsun. Omzunda tüylü güzel kuyruğu, ürkek zeki bakışlarıyla Gorki Parkı’ ndaki sincap. Çayırın üstüne bağdaş kurmuş, Devrim Tarihi kitabımızı önüne açmışsın. Daha her şey yerli yerinde. Ne duvarlar ne inançlar yıkılmış; ne yıldızlar ne heykeller ne umutlar parçalanmış. Yüzüne zaman zaman o bezgin anlatım gelse de –şu sıcak günlerde otuzundan, kırkından sonra böyle ders çalışmak!- ilk yaprak kıpırtısında , sincabın daldan dala ilk sıçrayışında ya da yaptığım bir şakada aydınlanıveriyorsun. Yaşama sevincimiz her türlü yorgunluğu yeniyor."

Cennetteki Gölgeler


Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaki'nin Proleterya Üçlemesi adını verdiği serinin ilk filmi, Varjoja Paratiisissa - Cennetteki Gölgeler.. Film, Helsinki'nin işçi sınıfı mahallesinde geçen bir aşk öyküsünü anlatmaktadır. Nikander, temizlik işçiliği yaparak hayatını sürdürmeye çalışan bir adamdır ve dışarıdan zengin görünen Finlandiya'nın görünmeyen yüzünün bir gerçeğidir.

Serinin ikinci filmi, Ariel. Üçüncü filmi ise, Tulitikkutehtaan Tyttö - Kibritçi Kız.

film burada

11 Kasım 2014 Salı

Sultanı Öldürmek - Ahmet Ümit


"Öfke geçiciydi taht kalıcı. Öfke, altın tahtı, hükümdara mezar yapardı, doğru siyaset, akıllı padişahın adını tarihe altın harflerle yazdırırdı."
"Beklemeyi bilmek en büyük bilgeliktir."
"Şahane bir aşk, çoğu zaman harcanmış bir hayat demektir."
"Roller Müştakcım, roller sadece oyunlar için değildirler. Modern toplumlarda hepimizin bir rolü vardır. İster benimseyelim ister benimsemeyelim, hepimiz dikte ettirilen rolü sonuna kadar oynamak zorundayız. Çoğu zaman mutluluğumuzu yitirmek pahasına da olsa o rolün dışına çıkamayız, çıkarsak hem kendi düzenimiz hem de toplumun düzeni bozulur."

Kendisini terk edip, kariyeri için yurt dışına giden ve onu hiç arayıp, sormayan bir kadını bekleyen tarih profesörü. Adı Müştak Serhazin. Başarılı bu tarih profesörü psikojenük füg hastası yani hastanın kriz anında ne yaptığını hatırlayamadığı bir psikolojik hastalığa yakalanmış biri. Kusursuz aşkından sonra hiç evlenmemiş ve hep o kadını beklemiş. Yirmi bir yıl sonra kendisi gibi tarih profesörü olan aşık olduğu kadın, Nüzhet Hanım yurt dışından döner ve bir akşam Müştak Bey’i bir akşam yemeğine davet eder.

Müştak Bey önce afallar bu ansızın ortaya çıkan davet karşısında ardından büyük aşkının bu davetini kabul eder. Akşam yemeği için gittiği Sahtiyan Apartmanı’na vardığında kapının açık olduğunu ve sevdiği kadının sapında Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş olduğunu görür. Bu cinayeti kriz anında Müştak Bey mi işlemiştir? Sonradan Nüzhet Hanım’ın Fatih’in ölümü ile ilgili herkesin tepkisini çekebilecek bir tez üzerinde çalıştığı anlaşılır, acaba bu teze tepki veren gruplarca mı işlenmiştir cinayet? Cinayetin aydınlığa kavuşturulma sürecinde etkin rol oynayan Nevzat Komiser bu kitapta da yine karşımıza çıkmakta.

Heyecan ve entrika dolu bu polisiye romanda, bir cinayetin gölgesinde, hazin bir aşk öyküsü ayrıca iki karanın ve iki denizin hakimi Fatih Sultan Mehmet’in Kostantiniyye’yi fethetmesi, büyük başarısı, hoş görülü siyaseti ve muğlak sonu, tarihçilerin gözüyle ayrıntılı bir şekilde aktarılmış. Tarih salt geçmişte yaşananlar mıdır yoksa vesika ve belgelerle tarihçilerin yorumlamaya, aktarmaya çalıştığı bir alan mıdır?
Kitapta katil kim diye sorarken bir yandan tarihsel bir yolculukta yerinizi alıyorsunuz bir yandan da açığa çıkan parçaları birleştirmeye çalışıyorsunuz. Ben her zamanki gibi katili yanlış tahmin ettim bakalım siz doğru tahmin edebilecek misiniz?



8 Kasım 2014 Cumartesi

Sadece ses kalıcıdır


"Ne için durmalıyım ?
Ne için ?
Kuşlar çoğul maviliği aramaya gitmişler
Ufuk dikeydir,
Ufuk dikeydir ve hareket fıskiye gibi
Görünümde ışıklı yıldızlar oynuyor yeryüzü, yükseklikte kendini tekrarlıyor 

Ve gökyüzü kuyuları ilişki bağlantılarına dönüşüyor 
Ve gündüz öyle geniştir ki
gazetenin küçük beynine sığmıyor.
Ne için durmalıyım?
Yol hayatin kılcal damarları arasından geçiyor.
Çevrenin niteliği tüm kokuşmuş hücreleri öldürecek,
Ve şafağın kimyasal atmosferinde 

Sadece ses kalacak,
Zaman zerreciklerine bağlanan ses.
Ne için durmalıyım?
bataklık; kokuşmuş böceklerin çoğaldığı yerden başka ne olabilir?
Morgun benliği ölülerin şişmiş cesetlerinden ibarettir.
Ve ateş böceği…Ah..
Ateş böceğinin konuştuğu an
Karanlıktaki alçak adam koflanan erkekliğini gizliyor
Ne için durmalıyım?
Kurşunlu harflerin işbirliği boşunadır

ve kurşunlu harflerin işbirliği bu değersiz düşünceyi kurtarmaz.
Ben ağaçların soyundanım
Ve bu “bayat” havayı solumak kederlendiriyor beni,
Ölen bir kuş, uçuşu unutmamayı öğütledi bana
Tüm güçlerin sonu güneşin gerçeği ve ışığın bilinciyle birleşmekten ibarettir, birleşmek.
Yel değirmenlerinin çürümesi doğaldır,
ne için durmalıyım?
Ben yeşil buğday salkımlarını göğsüme alarak, sütle besliyorum,
Ses,ses, sadece ses, su akışının sesi
ve dişi toprak kabuğu üzerine
yıldız ışığının düşüş sesi ve aşkın yayılma sesi
Ses, ses, sadece ses kalıcıdır.
Cücelerin ülkesinde
Sıfır üzerine dolaşıyor ölçü mihenkleri
Ne için durmalıyım?
Ben dört unsura itaat ediyorum
Ve yüreğimin yasalarını
körlerin yerel hükümeti düzenlemiyor.
Böceğin etle sarılı boşlukta, yararsız dolaşımı ve vahşice ulumalar
beni ilgilendirmiyor.
Beni çiçeklerin kanlı soyu, yaşamaya sorumlu kılmış biliyor musun ?
Çiçeklerin kanlı soyu."


Furuğ Ferruhzad 

Çeviri: Cavit Mukaddes
İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına’dan

1 Kasım 2014 Cumartesi

Krokodil sokağı - Bruno Schulz

Kafka'nın ruhdaşı olarak görülen Schulz'un birbiriyle ilişkili öykülerinden oluşan kitabıdır Krokodil Sokağı..
Ağustos, ziyaret, kuşlar, terzi mankenleri, terzi mankenleri üzerine tez ya da ikinci yaradılış kitabı, terzi mankenleri üzerine tez devamı, terzi mankenleri üzerine tez sonuç, nemrut, pan, mr.charles, tarçın dükkanları, krokodil sokağı, hamam böcekleri, fırtına, büyük mevsimin gecesi, kuyruklu yıldız başlıklarından oluşan romansı öyküler..

Polonya'nın Drogobiç şehrinde bulunan Krokodil Sokağı, Bruno Schulz'un ve ailesinin yaşamından anıların canlandığı bir düşler sokağını andırıyor. Bu sokakta, günlük hayatın en sıradan öğeleri bile yazarın büyüleyici benzetmeleri, tasvirleri ve hayal dünyası ile birleşip birdenbire fantastik ve gizem dolu bir hale bürünüyor.. Renkli karakterlerin resmi geçit yaptığı bu öyküleri okurken sevgili Schulz'un kafkaesk dünyasına girerken onun mucizevi ve sıra dışı hayal dünyasına hayranlıkla bakacaksınız..

1942'de Naziler tarafından öldürülen Schulz Polonya'nın önemli yazarlarından biridir.