26 Şubat 2014 Çarşamba

Gülümseseydi ay, sana benzerdi Sylvia!


ÇILGIN KIZIN AŞK ŞARKISI

BIR VILLANELLE

Yazan: Sylvia Plath Smith College '54

Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya;
Yeniden doğuyor açınca gözlerimi.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)
Yıldızlar dansediyor mavilerle, kırmızılarla,
Dört nala geliyor keyfince karanlık:
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
Beni büyüyle çektin yatağa, bunu düşledim,
Şarkılar söyledin çılgınca, delice öptün.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)


Tanrı düşüyor gökten, sönüyor cehennem ateşleri:
Çekip gidiyor melekler de, şeytanın adamları da:
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.

Söylediğin gibi dönersin demiştim,
Ama yaşlanıyorum artık, unuttum adını.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Bir fırtına kuşunu sevmeliydim senin yerine;
Bahar gelince gökyüzünü basarlar hiç değilse.
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)




20 Şubat 2014 Perşembe

Bahçemin çiçekleri:)

 o bir çilekli dondurma aşığı:)

Az önce mutfağa gidip ocağın üstündeki zeytin yağlı pırasanın altını kapattım. Kahvaltıda Gülce'ye ıhlamur çayı yaptım. Şeker yerine bal koydum, petek bal olduğu için çayın üstünde balın minik parçacıkları belirdi.
Gülce:  -Anneee bay mikrop ve arkadaşları ıhlamuruma girmişler, beni hasta edecekler dedi. Bense kahkahayı patlattım hemen yeniden süzdüm çayı.
Gülce: - Anne komik değil, hayır anne gerçekten bu önemli dedi. Evet bu aralar pek bir ciddi takılıyoruz:)

hep gülümseyen şeker parçalarım:)

Kahvaltıdan sonra Gülce ile okumaya geçen öğrenciler için hediye paketi hazırladık. Öğrencilerim okuyorlar ancak ellerindeki okuma setinin yani on iki kitabın hepsini tek tek dinlemeden okumaya geçtiler saymıyorum. Okumaya geçenlere kırmızı, pembe kurdele, yaşasın okuyorum belgesi, kırtasiye malzemeleri, kızlara bebek, erkeklere oyuncak araba hediye ediyorum.
Bu sistemde küçük yaş grupları da var. Onlardan parmak kasları gelişmemiş olanların bir kısmı zorlayabiliyor beni kimisi de normal yaş grubundan daha gayretli oluyor. Cihan bunlardan biri, çok tatlı  ve azimli bir çocuk, her gün beş altı defa öper beni, sarılır. Dün ders bitiminde öğretmenim şu kitabı bitirmeden eve gitmeyelim diye ağladı. Teneffüslerde bir kahve bile içemiyorum, sürekli  o okuyor ben dinliyorum. Şu an Cihan'ın tek hayali kumandalı araba. Onların küçücük hayalleri, kocaman gayretleri ve kirlenmemiş dünyaları, öyle saf öyle tatlı ki.. Onlar benim bahçemin renkli, ışıl ışıl bakan gülen çiçekleri..

Geldi okul vakti yavaş yavaş hazırlanmalı. Güzel, gülümseyen günler sizinle olsun:)

19 Şubat 2014 Çarşamba

Orhan Kemal'i okudum



”bence asıl ölmek
istenilmeyen bir dünyada yaşamaktır
her yirmi dört saatte yirmi dört kere ölerek”
Orhan Kemal

KANLI TOPRAKLAR - ORHAN KEMAL

Yazarın okuduğum ilk romanı. Bu güzel kitabı değerli arkadaşım Özlem hediye etmişti. Onun yaptığı güzel ayraçlar eşliğinde büyük bir keyifle okudum. Türk edebiyatında okumam gereken önemli yazarlardan biri Orhan Kemal. Bu değerli kitapla onun dünyasına açılmak büyük bir ayrıcalıktı. Onun gibi henüz kitabını okumadığım birkaç tane daha önemli yazar var. Bir edebiyat sever olarak en kısa zamanda o eksiklerimi de tamamlamayı düşünüyorum.

Kanlı Topraklar'da Orhan Kemal toplumun alt tabakasını oluşturan insanların yaşam kavgasını, işçi sınıfının ağır çalışma şartlarını, dünyaya küçük pencereden bakan insanların hayatı algılayışlarını gerçekçi bir yaklaşımla ele alıyor. Toprak ağası olma hayali olan Topal Nuri'nin  bu yolda karşılaştıkları ve bu uğurda harcadığı insanlığı gözler önüne seriliyor. Yazar türettiği karakterleri akıcı bir şekilde tasvir ediyor ve kusursuz anlatımıyla inanılmaz bir canlılık katıyor o karakterlere. Olay örgüsünü, olayların sonuçlarını yargılamadan ve öğreticilik taslamadan aktarıyor.

Yalnız romandaki çoğu karakter kötü rolünde. Paşazade Hakkı bey ve Kantarcı Mustafa dışında iyi karakter yok gibi. Bunun yanında kitaba adını veren kanlı topraklar da insanların ödediği veballer, çektikleri zorluklar ve yaşamlarına mal olan yalnızlıklar kısmına az yer verilmiş. Yazar gözünü toprak hırsı büyüyen insanların dünyalarını aktarırken, Cumhuriyet sonrası yani otuzlu yıllardaki Türkiye'nin siyasi portresine de değiniyor.

Kısacası toplumsal sınıflar arasındaki zıtlıklar, çelişkiler ve ikinci Dünya Savaşı'nın getirdiği baskı ve yoksullukla sınanan insanların hikayelerini merak ediyorsanız okuyun derim:)

17 Şubat 2014 Pazartesi

yaşamak bir an içinde

şair oldum baktım her şey yazılmış
ressam oldum gördüm her yer çizilmiş
seyyah oldum sordum dünya gezilmiş
hiçbir yerde yeni bulamadım ben
öğrendiklerimin çoğunu dinlediklerimden
bildiklerimin çoğunu düşündüklerimden
unuttuklarımın çoğunu yaşadıklarımdan
yazdıklarımın çoğunu unuttuklarımdan çıkardım
en uzun hep kendime konuştum
başkalarına hep kısa yazmak istedim
ne kendim dinledim ne başkaları
yetersiz iyi niyet kötüsüne yol açar
söylenemiyor çok şey susmadan
çok bilen çok yanılır, az bilen daha çok
unutmayın ki yaşam öldüresiye güzel değildir
yalan ölümden daha çok yitirir yaşamı
saklamak düşürür ağır ağır
insanın düşeceği en alçak ortamı
sözden korkmak, korkup susmaktır
şairler şiirlerinde yaşamaz
ulu yalnızlıklarında düşünür
“yalnız seni sevdim, seni yaşadım”
nasıl bir sevgidir bu, bilmiyorlar ki!
“dün yine günümüz geçti beraber
ölürsem yazıktır sana kanmadan”
çok şey var, olmakla olmamak arasında
var oldum öyle anlar oldu ki
var olmamak içindim kimi zaman
insan bir sonuç değil bence
sürekli bir yaşamadır
kısaca: sonuç varsa o insandır
benim bahçem yoksuldu
iki dala bir yaprak düşerdi ağaçlarımdan
kuşlarım ödünç alırdı kanatlarını
işlerinden yorgun dönen arkadaşlarından
parçalar çıkarıyor kocaman romanlardan
deyimler, bulgular, şiirlerden dizeler..
doğa yenilenirken yinelenir
gene papatya, gene gül, gene kayısı
toplum yinelenirken yenilenir
yarısı dündedir, yarındadır öbür yarısı
sevmek noktalanmaz
o, noktadır
bilim gitmeli bilenden bilmeyene
varlıklı olmalı bilen
karanlığı delen ışıklar gibi
hep gülmeli öğreten
seninle ölmek varken
onunla yanlış yaşamak
ben her şeyi bileceğimi bilirdim de
seni unutmasını bileceğimi bilmezdim
ahmaklığa alınyazısı demek
alınyazısına bir ahmaklık çizgisi çizmektir
benim gücümdür bunları saran
bende bitmedikçe bende başlamayan
sakladığım sensin
yaklaşmak yarıyı geçtikten sonra başlar
eskisinin dışında yenisinin içinde
gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu
gelmemen benim büyük yalnızlığımı doldurdu
yitirmek korkusunu göze almak
sevmeye eşit bir davranıştır
bir ev, küçülür, büyür öbür evlerle
oysa içinde ilk akla gelen yaşamaktır
yaşanılır diye düşünürken düşüncelerle
ölünür, beraber sevgilerle
büyümek en güçlü düşmesidir insanın doğadan
kesin konuşmak için bir şeyi az bilmek yeter
denizlerden geçerim, dosttan geçmem
değil onun iyiliğinden, fenalığından geçmem
onun yolundan değil, kendi yolumdan geçerim
dost yok biliyorum ama, aramaktan geçmem
anı yazmak ya da anlatmak
bir savaş sürerken
eski bir savaşı anlatmak gibi bir şeydir
                                                                                                 Özdemir Asaf

12 Şubat 2014 Çarşamba

Bir gelişim kitabı bir de hikaye


ŞU HORTUMLU DÜNYADA FİL YALNIZ BİR HAYVANDIR - AHMET ŞERİF İZGÖREN

İletişim, başarı ve hayat üzerine yazılmış bir kişisel gelişim kitabı. Ahmet Şerif İzgören'i geçen yıl öğretmenler için verilen uzaktan eğitim seminerinde kişisel gelişim ve başarı üzerine yaptığı konuşma ile anımsıyorum. Konferans salonunda uzaktan eğitim altında yapılan sıkıcı konuşmaları hiç bir öğretmen dinlemiyordu ama Ahmet Şerif İzgören konuşmaya başladığında bütün salon susmuş ve pür dikkat onu dinlemeye başlamıştı. Çok samimi, içtendi. Kitabını ise, yeni okuma fırsatım oldu.

Kişisel gelişim kitaplarına ön yargı ile bakamadım bir türlü. Şu yaşıma kadar hep okudum o kitaplardan da. Oğuz Saygın, Mümin Sekman, Robin Sharma, Osho, Doğan Cüceloğlu, Üstün Dökmen bunlardan bir kaçı. Genelde ailemizden, çevremizden  bize geçen negatif yüklerden, kötü şeyler yaşadıkça hatları belirginleşen olumsuz bakma eğiliminden uzaklaşmak adına okudum bu tarz kitapları.

Bir çeviri sınavında " Fil dünyada hortumu olan tek hayvandır " cümlesini öğrencilerden biri: " Şu hortumlu dünyada fil yalnız hayvandır " diye çevirmiş,  yazar da bundan esinlenerek herkesin bu hortumlu dünyada bir canlı olduğunu düşünerek bu adı vermiş kitabına. Kitap, kişinin olumlu bir bakış geliştirmesi, başarıya ulaşabilmesi ve Maslow'un ihtiyaç hiyerarşisindeki en üst basamak olan kendini gerçekleştirmeye varabilmesi için izleyebileceği yolları birçok hikaye, bir çok deneyim ve yaşam görüşleri ile ele almış. Yazar kendi yaşamından tecrübelerini de tüm içtenliği aktarmayı ihmal etmemiş. Çok akıcı, içten ve eğlenceli bir üslupla yazılmış. Gittikçe kendi ruhunu kaybeden gençliğe, batı özentisinde, tüketim hırsında kaybolmuş insanlığa kıssadan hisselerle göndermeler yapılmış.

Sevgi, iş, olumlu düşünce, dinlemek, mücadele, iyilik, idealler, değer vermek, gülümsemek, doğallık, üretmek, inanç, iletişim, gelecek, yurt sevgisi, benlik, anlamak, alışkanlıklar konularında tecrübelerden, güzel sözlerden oluşan kısa ama keyifli bir yolculuk. Kitabın iade garantisi de varmış.

Bu kitabı okurken aynı zamanda çok sevdiğim çocuk hikayelerinden Mutlu Prens'i de okudum. Oscar Wilde'nin kaleme aldığı bu hikayeyi çoğunuz bilirsiniz. Öyle güzel, öyle saf bir hikaye ki ara ara okurum. Mutlu prensle bir kırlangıcın hüzün dolu ama didaktik öyküsü. Arada teneffüslerde okuyorum öğrencilerimle çocuk hikaye kitaplarını. Siz de okuyun insana iyi geliyor çocuk masalları, hikayeleri:)
......
Öldükten sonra beni getirip buraya , yükseğe koydular.
Buradan kentteki bütün çirkinliği, sefilliği görüyorum.
Yüreğim kurşundan olduğu halde ağlamaktan kendimi alamıyorum.

“…hep seninle kalacağım”
“Olmaz, küçük Kırlangıç” dedi zavallı Prens, “Mısır’a gitmelisin.”
“Hep seninle kalacağım” dedi Kırlangıç, Prens’in ayakları dibinde uyudu.
Ertesi gün, akşama kadar Prens’in omuzunda oturarak yabancı ülkelerde gördüklerini anlattı. Nil boyunca uzun sıralarla durup gagalarıyla mercan balıkları yakalayan kırmızı balıkçılları; dünya kadar yaşlı olan, çölde yaşayan, her şeyi bilen Sfenks’i, ellerinde amber teşbihlerle develerinin yanı sıra yürüyen tüccarları, Ay Dağları’nın büyük bir kristale tapan abanoz gibi kara Hükümdarı’nı; bir palmiyede uyuyan, yirmi rahibin ballı çöreklerle beslediği kocaman, yeşil yılanı; geniş, düzgün yaprakların üstünde büyük gölü geçen, hep kelebeklerle savaşan cüceleri anlattı.

Zavallı küçük kırlangıç gittikçe daha çok üşüyordu; ama Prens’i bir türlü bırakamıyordu, öyle seviyordu ki onu.

Ama sonunda öleceğini anladı…”Hoşça kal, sevgili Prens!” diye mırıldandı…
“Sonunda Mısır’a gideceğine sevindim küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “…seni seviyorum…”
“Gideceğim yer Mısır değil,” dedi Kırlangıç. “Ölüm’ün evine gidiyorum. Ölüm, Uyku’nun kardeşidir, değil mi?”
Mutlu Prens’i dudaklarından öptü sonra; ayaklarının dibine düşerek öldü.
O anda heykelin içinden, sanki bir şey kırılırmışçasına, acayip bir çatlama sesi geldi. İşin aslında, kurşun yürek ikiye bölünmüştü.


Mutlu Prens/ Oscar Wilde



10 Şubat 2014 Pazartesi

Okuduğum son kitap


FOTOĞRAFI SANA GÖNDERİYORUM - SELİM İLERİ

Selim İleri'nin daha evvel Ölünceye Kadar Seninim adlı kitabını okumuştum. Bir zamanlar Trt'de  program yapardı oradan da takip ederdim kendisini. İlk kez bir öykü kitabını okudum. Üslubu, akıcılığı o kadar başarılı ki hiç bitmesin istedim bu kitap.

Kitap sekiz ayrı öyküden oluşuyor: Eski Bir Roman Kahramanı, Şahane Bir Tuvalet, Hayat Sönüp giderken, Perisiz Evler, Nar çatlağı, Ölü Hikayeci, Ada Gezintilerim, Gregor Samsa'nın Elyazısı.
En çok etkilendiğim öykü ise, Gregor Samsa'nın Elyazısı oldu. Selim İleri İstanbul'u, adaları, orada yaşananları bir resim çizer gibi anlatıyor. Kah orada faytonların tıkırtıları eşliğinde geziyorsunuz kah yaz sıcağında verandada kahkaha dolu bir aile sohbetine dahil oluyorsunuz.

Cumhuriyet dönemi yazarlarının esintilerini çok yakından hissediyorsunuz. Hüseyin Rahmi, Abdülhak Şinasi bunlardan birkaçı.Yazar ruhunda iz bırakan izlere bir çocuk edasıyla bakıyor onları sorguluyor ve içindeki bitmek bilmeyen yazma arzusunun çarkında onları dönderiyor adeta. Geçmişi, yitirdiklerimizi yazarken sözcüklerle şimdiye aktarırken ya da bir fotoğraf karesinde onları bulurken aslında hep aynı noktada buluşuyoruz; büyük bir sanat derinliğinde. Buna işaret ederken bir yandan da önceki yazdıklarına şimdinin ışığından bakarak iğneleme yapıyor. Aslına bakarsanız bu kadar iyi bir yazarın böyle bir tavrı günümüzdeki megaloman yazma tarzına bir tepki.

Kitabın son öyküsünde yani Gregor Samsa'nın Elyazısı adlı öykünün sonunda bir aile fotoğrafı gönderiyor gerçekten. Ve çarpıcı bir dille geçmişi, şimdiyi kendi perpektifimizden algılarken onları nasıl değiştirdiğimizin sesli bir sorgusunu yapıyor. Bence sağlıklı bir edebiyat ve okunası bir yazar.

9 Şubat 2014 Pazar

Güzel bir pazar:)


Tatilin son günü. Güzel, geniş bir kahvaltı ve Nazlı oyunlar. Gülce ile planladığımız tatil etkinliklerinin çoğunu yaptık. Bu aralar ise, Arzu teyzesinin ona hediye ettiği Clown  ile oynuyor. Oyun hamurundan değişik şekiller yapıyor ve palyoçayı süslemek çok hoşuna gidiyor.

Gülce'nin Palyaçosu
Bana da tupperware'ın ipli doğrayıcısını almış ablacım. Bu doğrayıcı çok pratik tamamen kol gücü ile çalışıyor. Bir yandan kas yapıyor bir yandan da hemencecik dolma içlerini hazırlıyorsunuz. Tabii sadece dolma değil bütün doğrama işlemlerinde rahatlıkla kullanabilirsiniz. Şu an Tupper'ın yağdanlığı, mama seti ve saklama kaplarını kullanıyorum. Oldukça pratik, sağlam ve sağlıklı.


Geçen gün doktora genel kontrole gittim. Doktorum kan değerimin çok düştüğünü ve acilen kan ünitesinden kan desteği almam gerektiğini söyledi. Bunun yanında  tadı çok kötü olan, aç karnına içilen şuruplardan verdi. Ben de ufak bir araştırma yaptım bu konu ile ilgili.
Kan yapan yiyecekler:
Tavuk ciğeri, sığır eti, sığır ciğeri, hindi eti, kahvaltılık yulaf, soya fasulyesi, mercimek, barbunya, ıspanak, kuru üzüm, pekmez, ay çekirdeği, havuç, kara lahana, yaban mersini, kabak çekirdeği, fıstık, dere otu.
Bun yiyeceklerin içlerinde sevmediklerim olsa da sıklıkla tüketmeye çalışıyorum. Çünkü demir eksikliği birçok rahatsızlığın başlıca nedeni olabiliyormuş. Siz de bol bol tüketin.

Hepinize iyi pazarlar :)



6 Şubat 2014 Perşembe

kendime dileğim olsun


"Bir toplama kampından sağ kurtulmuş bir insanım. Gözlerim, hiçbir insanın görmemesi gereken şeyler gördü. Bilgili mühendisler tarafından yapılan gaz odaları. İyi öğrenim görmüş doktorlar tarafından zehirlenen çocuklar. Eğitilmiş hemşireler tarafından öldürülen bebekler. Bu nedenle öğrenim olgusuna kuşkuyla bakıyorum. Sizden tek dileğim şu: Öğrencilerinize insan olmayı öğretin.Çabalarınız; bilgili canavarlar, yetenekli ruh hastaları ya da eğitilmiş Eichmann’lar yaratmamalı. Okuma-yazma, yazım, tarih ve matematik ancak öğrencilerimizin insan olmasını sağlarlarsa önem kazanırlar. "

                                                                                                               Leo Buscaglia

4 Şubat 2014 Salı

Bir kitap


ŞEMSPARE - ELİF ŞAFAK

Yazarın bir çok kitabını okudum. Şemspare adlı kitabı ise Habertürk gazetesindeki köşe yazılarından oluşan bir deneme kitabı.

Elif Şafak bu kitapta bir çok konuya değinmiş. Türkiye'nin yakın zamanda yaşadığı siyasi süreçler, insan ilişkileri, kadına uygulanan psikolojik baskı, fiziksel şiddet, töre, aşk, edebiyat, gezi gibi konular üzerine kısa ama öz yazılar bilindik Elif Şafak tarzı ile aktarılmış.

Dreyfus olayı, ormanda kendi başına büyüyen yabani çocuk Peter'in macerası, Çek sanatçı Vaclav Havel, sevdiğim Borges'in hikayesi, Arthur Miller ve Marilyn Monroe aşkı, İranlı kadın şair Füruğ Ferruzad'ın hüzünlü sonu etkilendiğim bölümler. Kitaptan sonra edebiyat ve sanat merkezi İskoçya'nın başkenti Edinburg büyük merak uyandırdı ben de. Hemen gidip göresim geldi. Bunun yanında yazarın tavsiye ettiği kitapları da not aldım:
Germinal - Emile Zola, Shakespeare olmak - Stephen Greenblatt, Örümcek Kadının Öpücüğü - Manuel Puig ( sinemaya da uyarlanmış)

Yazılar Kutlukhan Perker'in çizimleri ile desteklenmiş ve farklı bir hava oluşturulmuş. 




3 Şubat 2014 Pazartesi

Güneşli bir gün:)


Bugün ablacım nöbete gidince Gülce ile öğlen güneşinden faydalanalım dedik. Ablamın çiçeklerle dolu köşesinde Gülce ile evcilik oynadık, barbielerini giydirdik, bol D vitamini aldık.
Güneşlendikten  sonra çayımı aldım Gülce'nin dergisindeki etkinliklerini yaptırdım  ve kitabımı okumaya koyuldum. Öncesinde onunla badminton oynadık.

Tatil, elinde şekillenmeyi bekleyen özgür zamanlar çok güzel ve değerli.

 Yeğenlerim bilgisayara el koyunca ben de telefondan yazayım dedim ama çok zorlandım:)

Hepinize güneşli ve güzel bir hafta dilerim.

Bitirdiğim kitaba dair



Rumi'nin Bildiği Aşk - Serdar Özkan

Yazarın daha evvel meşhur kayıp gül romanını okumuştum. Bu okuduğum ise son çıkan kitabı. Başlığından da anlaşılacağı gibi konu, Mevlana Celalettini Rumi'nin felsefesi üzerine kurulmuş. Mevlana'nın içindeki sırların peşine düşen, hayatını onun aslını bulmaya adayan İtalyan Sufi Fabio'nun sır dolu yolculuğu anlatılıyor.

Kitapta sevginin her şeyin başında olduğu ve onu yaşama yansıtırken önümüze koca bir set kuran egolarımızdan, nefsimizden arındıkça yaratanın sonsuz ışığıyla aydınlanabileceğimiz ifade ediliyor.

İnsan isterse gerçek hayatta yaratanla tüm ulvi duyularını kullanarak bir iletişim haline girebilir. Onun gönderdiği işaretleri, parçaları birleştirip büyük resmi görebilir. Kitaba göre tasavvuf, benlik değil hiçlik sanatıdır.

Kısacası kendini unut, doymak bilmeyen nefsini dizginle, kalbine yönel her şeye sevgiyle yaklaş sonsuzluğu ve hakikati bulursun.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Biten yeni kitabım:)




ÖĞRETMENİM MORİ'YLE SALI BULUŞMALARI-  MİTCH ALBOM

Kitap anlatıcının üniversite mezuniyetini anımsaması ile başlar. Üniversitede sosyoloji dersleri aldığı hocası Morrie Schwartz yazarın en sevdiği öğretmenidir. Morie ve Mitch önemli bir zamanı sohbetlerine ayırmakta her salı rutin bir şekilde buluşup konuşmaktadırlar. Bu buluşmalar Mitch'in hayatında okuduğu dönemde fark edemediği etkiler yaratmıştır. Ancak hayata atılıp o hengamenin içinde bu etkilerin kaybolduğunu görmeye başlar.

Son buluşmalarından on altı yıl sonra hocasını bulmaya gider. Sonra onun motor nöron hastalığına yakalandığını ve son günlerini yaşadığını öğrenir. Yeniden her salı buluşmaya başlarlar. Morie yine eski öğrencisine hayat, insan, evlilik, ölüm ve ahlaki değerler üzerine çok güzel dersler verir.
Ama bu dersler o kadar bizi anlatıyor ki çoğu yerinde ufak notlar aldım hep. Ve Morie'nin hayata dair düşüncelerini ve duygularını kendime çok yakın hissettim.

Yazarın değerli öğretmeni, her günü son gününmüş gibi yaşayıp, anları dolu dolu ve anlamlı kılmanın basit ama önemli ip uçlarını veriyor anlatılarında. Bunun yanında insanların bir çok zaman eşyaya, maddesel varlıklara tutunmasının duygusal tatminsizlikten ileri geldiğini, bunların onları mutlu etmeyeceğini  vurguluyor çoğu yerde.  Maddeden ziyade manevi zenginliğin insanı doyuma ulaştıracağını anlatıyor. 

Kitap sinemaya da uyarlanmış. Henüz izlemedim ama kitabı okumak daha çok keyif veriyor bana. Kitaptan uyarlanan filmler kitaptaki tadı tam olarak yansıtamıyor hep bir şeyler eksik kalıyor. Bunu en çok Barış Bıçakçı'nın  yazdığı ve sinemaya aktarılan Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmini izlediğimde hissetmiştim. Kitaptaki duygu aktarımı filme ne yazık ki yeterince yansımamıştı.