31 Mayıs 2014 Cumartesi

ve dağlar yankılandı


”Dünyanın sizin içinizi görmediğini, derinin ve kemiğin maskelediği umutlarınızı, hayallerinizi ve kederlerinizi zerre kadar umursamadığını anladım. Gerçek işte bu kadar basit, bu kadar saçma ve bu kadar gaddardı.”

Khaled Hosseini, diğer kitaplarında olduğu gibi, doğduğu topraklardaki acıyı anlatmayı tercih etmiş. Kabil, Paris ve San Francisco üçgeninde geçen kitapta Afganistanlı iki kardeşin yürek burkan hikayesi anlatılıyor.

Birbirlerine kardeşlikten öte bir bağla bağlanan iki çocuk.. Çocuğunun geleceği için, çocuğundan vazgeçen bir baba.. Bir çocuğu, hayatını değiştirmek üzere satın alan mutsuz bir aile… Ve Dağlar Yankılandı, tüm bunların birleşiminden oluşan bir kitap.



Kitap dokuz bölümden oluşuyor. Annesiz kalan iki kardeşin Abdullah ve Peri'nin hikayesi kitaba hakimken bir çok bölümde farklı karakterlerin yaşadıkları acılar, ilişkiler ve yaşamda karşılaştıkları zorluklar aktarılıyor. Yazar bu hayatları aktarırken iyi betimlerle bir filmin kesitlerini oluşturan canlı sahneler oluşturmayı çok iyi biliyor. Ancak bazı karakterlerin havada kaldığı ve gereksiz yere kitabın uzatıldığı bölümlerin olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 

Kitap Mevlana'nın bir sözü ile başlıyor. Rumi'den yer yer bahsediliyor farklı bölümlerde. Kitabın katmanlarını oluşturan karakterlerin hikayelerinden en çok Thalia'nın ve şair Nila Wahdati'nin hikayesinden etkilendim.
Abdullah'la Peri'nin ortak ninnisi özellikle ' hüzünlü peri' sözcükleri, büyük İranlı şair Furuğ Ferruhzad'ın bir şiirinden esinlenilerek yazılmış. Kitaba adına ilham veren de William Blake'nin "Dadının Şarkısı" adlı şiiri olmuş.
"İnsanlar istedikleri şeylere göre yaşadıklarını, yaşamlarına isteklerine göre yön verdiklerini düşünüyorlar. Oysa işin aslı onları yönlendirenler korktukları, istemedikleri şeyler…"


27 Mayıs 2014 Salı

Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır

“Ayar, saniyenin peşinden koşmaktır.”
Düşün Hayri İrdal, düşün aziz dostum bu ne sözdür? Bu ne demektir ki, iyi ayarlanmamış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını on saat addetsek, yüz seksen milyon saniye eder. Bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediliyoruz. Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur. Halbuki bu on sekiz milyonun yarısının saati yoktur; ve mevcut saatlerin çoğu da işlemez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardır. Çıldırtıcı bir kayıp… çalışmamızdan , hayatımızdan, asıl ekonomimiz olan zamanımızdan kayıp.

                                                                                               Ahmet Hamdi Tanpınar 

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Sade ve Derin - Deep Tone


"Yaptığımız her şey yırtılırcasına gerçek olmalı. Çığlık çığlığa. Yazacaksak iç organlarımızı parçalarcasına yazmalıyız, derimizi soyarcasına.. Okurken de yazarla savaşmalıyız. Öfkelenmeliyiz ona. Ona ter döktürüp sonra teslim olmalıyız. Okuduktan sonra da, yazdıktan sonra da, yaşarken de dünyaya tekrar dönmek zor olmalı..

Hayat bak! Dur sen biraz ya da tamam; ya sen devam et ama bir izin ver, sürekli üstüme gelme. Her gün bir şey çıkarma, bir normal ol, aklını başına topla. Bak sen devam et ben şurada ineyim. Daha doğrusu; hemen şu anda bir uyuyayım, sen yavaşladığında uyanırım. O zaman uyandır beni.."


Kitap, sanat, aşk, insan, yaşam, gelişim, mevsimler, tarih ve denemeler başlıklı yazılardan oluşmakta. Su gibi akıp giden sayfalar sanat, tarih, yaşam birikiminden dökülen damlalarla harmanlanmış; aşk, insan, gelişim konularında size temiz kalbinizden dokunmayı biliyor, o zarif dokunuşlarla harekete geçmenizi sağlayacak türlü yeteneklere sahip olduğunu hissettiriyor. Öyle ki okurken içinde bulunduğunuz ortamın aurası değişmekte, sanki eski bir plaktan güzel bir şarkı çalmakta, elinizde kahveniz, sanata hep gereksinimi olan ruhunuzu donatırken odanıza yayılmış bir vanilya kokusu eşlik etmekte zamana.. Ve benliğinize cesaret ılık ılık yayılmakta.

Deeptone, aşk, insan yazıları ile aşkı bencilliklerden kurtarıyor, aşkı, sanatı kötülüklere karşı bir kalkan olarak kullanıyor. Gelişim, yaşam yazıları ile kişisel öz güveninizi harekete geçiriyor, vizyondaki bizi daha iyiye, olumluya götürebiliyor. İyinin sınırlarına bırakırken yırtılırcasına gerçek olmamızı salık veriyor. Mevsimler, tarih yazıları ile geçmişi, geleceği yormadan sorguluyor, güncel örneklerle somutluyor ve şovun sürdüğü yere gülümseterek bırakıyor bizi. Denemeler bölümünde yola çıkan insan profilini çizerken, odalar ve adalarla iç içe yaşayan duruşlarımızı anlatıyor. Küller ve köpükler misali geçen hayatı bazen de tikli bir biblo gibi duran halimizin resmini çekiyor adeta. Sahilde dolaşırken ruh açacağının bir işareti olan küçük bir konserve açacağından çok anlamlı yerlere çağırabiliyor bizi.


Sade ve derin, büyük bir bilgi birikimi, zengin bir hayal gücü ve şimdiyi yalın anlatımıyla bir çizgiye oturtmuştur diyebilirim. Kitabı okurken bir çok film isminin, yazarın, şarkının, sanatçının adını not aldım. Bunun yanında en çok etkilendiğim yazılar ise Opus ve Yırtılırcasına oldu.

Kısacası kitap, kalbe naif dokunmayı bilen, oturmuş, kalıplaşmış olumsuz düşünceleri tarçınlı hayat silgisi ile silebilen, hayatı çamur yatağından kurtarıp gül yatağına dönüştürmeyi isteyen beyaz bir ruhla yazılmış. Olabildiğince iyi kalpli ve cesaret verici..


25 Mayıs 2014 Pazar

♥ Handan ve İnya ile pazar kahvaltısı ♥


Günaydınn :)

Bu sabah kahvaltıya iki tatlı arkadaşım Handan ve İnya gelecekti ama hala teşrif edemediler. Acıktım hadi gelinnn. Gelirken ekmek almanıza gerek yok fırıncıyı aradım ekmekle közlenmiş patlıcan ve tatlı biberi de getirecek. Çayı demledim Gülce konser vermek için sabırsızlanıyor. Bir de adınızı pattisin üzerine ketçapla yazamadım :)


Herkese mutlu, huzurlu, tatlı pazarlar....

22 Mayıs 2014 Perşembe

tutunuş

  
"sen tüm kentten daha yalnızdın. okyanus gibi bir yalnızlık…"
Tezer Özlü


Bugün en sevdiğin yemeklerden birini yaptım. Her zaman annem söyler, ikiniz çok seversiniz bu yemeği diye. Onun sesi çınladı kulaklarımda. Fırına patlıcanları közletmek için verdim. Okul çıkışında iki öğrencimi de bindirdim arabaya. Sonra fırının önünde durdum. Ekmekle, közlenmiş patlıcanları fırından getirdiler büyük bir sevinçle. Bir ekmeği birine, ikinci ekmeği diğerine vererek evlerine bıraktım. Eve doğru ekmekleri yiyerek yol alışlarını izledim. Aniden gözlerim doldu. Hava bulutlandı. Akşama teslim olmaya hazırlanan gün, kaç kez giysi değiştirdi ve sen kaç kez gözlerinle belirdin karşımda bilmiyorum.

Bazı akşamlar daha çok beyazlaşıyor saçlarım ve gözlerim daha ıslak bakıyor dünyaya. Anlatsaydın, içine atmasaydın bu kadar biriktirmeseydin dinlerdim diyorum. Ah bir bilsen ne kadar içerleniyorum, içerlediklerine..Yurda gelen ambulansı ve senin içine düştüğün durumu düşündükçe daha da eksiliyorum, yetemiyorum. Oysa bilmiyorsun ne yapsak satır aralarındaki bir boşluğa benziyor tüm çabalayışlarımız. Büyük hedefler, büyük zirveler düşlüyoruz hep hayatımızda. Ama bunun sonu olmuyor. İnsanın duracağı sabit bir yer, sabit bir tatmin olmuyor. Anlatsam şimdi bunları sana belki anlamayacaksın belki de o ağırlıklarını bütünüyle hissettiğin parçalanmış dünyandan uzaklaşamayacaksın. Ancak senin yürümeye çalıştığın yollardaki havayı koklarken, yüreğime söz anlatmaya çalışırken olabildiğince toy ve olabildiğince acemiydim. Şimdi de pek bir şey değişmedi aslına bakarsan. Durmadan bir devinime dönüşürken yaşam ve ben arşınlarken beynimle kitapları daima şuna inandım: 
Hayat her durumda, her koşulda daha iyi bir yerden tutunuşu kendinle getirebilir. 
O iyi tutunuşu bul ve ne olur bırakma..
                                                                                                           Seni çok seven ablan..
                                                                                                                 
                                                                                                         

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Yılmaz Odabaşı - Şarkısı Beyaz


Yazarın daha önce bir çok şiir kitabını okudum. İlk kez bir romanını okuyorum. Kitap, adını Cemal Süreya'nın yayımlanan "Şarkısı Beyaz" adlı ilk şiirinden almaktadır. Kitabın kahramanlarından biri Yılmaz Odabaşı'nın "Yenik Serçe" adlı şiirinden çıkıp geliyor. Şiirlerden el alan ve sıkı yönetim altında doksanların ağır siyasi koşullarında akan bir kitap. Güneydoğuda bir taşrada büyük hayalleri olan, dünyalarına hükmeden feodal baskıdan uzaklaşmak isteyen ruhu sanık birinin zorlu yolculuğu. 

Kitap doksanlar zamanındaki zor koşulları, sınırlılıkları anlatırken o zamanın siyasi resmini çiziyor aynı zamanda onuru ile, düşünceleri ile ayakta durmaya çalışan bir insanın aşk geçidinde tıkanan, acı çeken bir yüreğini anlatıyor. Zulümün baş gösterdiği o kırsal kesimde aşklarda mı bir zulüme dönüşürdü? Yoksa aşk hep bir zulümdü de zaman ve koşul fark etmez miydi?

Günümüzde kazanılan özgürlüklerin o karanlık süreçte hayal bile edilmeyeceği bir zaman. O özgürlüklerin edinilmesi için canından, hayatından vazgeçen insanların dramı. Bu tarz kitapları okumak, o zamanki insanları algılamaya çalışmak tıpkı tarihi sorgulamak ve ona göre geleceğe yön vermek tezini bir kez daha canlı kılıyor.

YENİK SERÇE

I
yaban
ve asi
dağlara dağılan taylar gibi
ve yangın
gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi

adana’da yollara dizilmiş garlarda
çığlık çığlığa peronlarda
çocuklar gibiydi gözleri

/adı nevin
şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin.../
II
o, kanadı kırık bir kuştu
beyaza vurulmuştu
kimseler görmnedi bir başka renk sevdiğini
kimseler
görmedi kimseler kirlendiğini...

/adı nevin
hüzün kokar ve korkardı geceleyin.../
III
“kendini martılarla bir tutma” derdim; “senin kanatların yok. düşersin, yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!”

o, kanadı kırık bir kuştu
gülümserken vurulmuştu
kimseler görmedi uçtuğunu
kimseler
görmedi kimseler öpüştüğünü...

/adı nevin
özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin./
IV
“ışığın” diyordu: kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...

V
o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık! o kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!

kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda... avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi... erirdi... biz yan yana, yana yana... yana yana!

/o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı
ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı.../

VI
gitti... kanatları yüreğimdeydi
kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi
yitirdim o aşkın kimliğini
hükümsüzdür...

/adı nevin,
ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!/

                                                          Yılmaz ODABAŞI

18 Mayıs 2014 Pazar

Artık materyal çalışması


Haziran ayının ilk haftası kutlanacak çevre haftası münasebetiyle şimdiden okullarda atık malzemelerden yapılan etkinliklere yer veriliyor. Gülce'nin öğretmeni de bu hafta için evde artık malzemelerden bir materyal yapmamızı istedi. Gülce şirinleri çok sevdiği için ufak bir araştırma sonrasında yumurta kolisinden mantarlar ve kartondan şirinler yapmaya karar verdik. Gülce bu faaliyeti yapmaktan çok hoşnut oldu. Minik çaplı şirinler köyüne kağıt havlu rulosundan bir de palmiye ağacı ekledik. Gülce palmiye ağaçlarını genelde güneyde tatile gittiğimizde gördüğü için bu ağaca tatil ağacı diyor.


16 Mayıs 2014 Cuma

TELGRAFHANE


Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.

1952 / Melih Cevdet Anday

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Albert Camus - Yabancı


"Vaktimin geri kalan kısmını oldukça iyi idare ediyorum. O zaman sık sık düşünüyor ve içimden: beni kuru bir ağaç kovuğunda yaşamaya zorlasalardı da gökyüzüne bakmaktan başka bir işim olmasaydı, yavaş yavaş buna da alışır giderdim, diyordum."

Kitabın kahramanı Meursault, kalıplara uymayı reddeden diğerlerinden daha mutsuz, daha yalnız olan boş bilinçle yaşayan değişik biri. Olay örgüsü Meursault'un annesini kaybetmesi ile başlıyor. Bu başlangıç sonrasında yaşanılanlarla birlikte karakterin insanlara, meydana gelen durumlara, olaylara hülasa hayata yabancılaştığı anlatılıyor. Olaylar kısa bir zaman diliminde gerçekleşiyor. Kitap sizi yormayacak yazar tarafından öznel bir üslupla aktarılmış çok sade bir dile sahip.

Yabancı, toplumda genel geçer davranışların dışında bir yaklaşıma sahip olan Meursault'un işlediği suçtan daha çok toplumla ayrık düşen tutumundan ötürü yargılanışını anlatır. Toplumun kabullenmediği bu duyarsızlık; dışlanmanın ve yabancılaşmanın temelidir. Kahramana göre içinde bulunduğumuz evren bizim irademiz dışında var olmuştur. Ona anlam yüklemek de gereksizdir. Hakikat özneldir.

Camus, kitapta absürd yani usa aykırılık kavramının üzerinde dururken bunun yanında her şeyin değerden yoksun olduğunu ifade ederken felsefi yaklaşımlardan nihilizmi ( hiççilik ) de irdelemektedir.


13 Mayıs 2014 Salı

Baca Temizleyicisi

Annem öldüğü zaman çok küçüktüm,

Ve babam sattı beni henüz dilim bile

Dönmezken "temizle! temizle! temizle!" demeye
Artık bacalarınızı temizliyorum ve uyuyorum is içinde.

Küçük Tom Dacre var ya, ağladı, kıvırcık saçlarını
Kuzu sırtı gibi kırktıklarında, dedim ki ona
"Sus, Tom! hiç takma kafana, başın çıplak ya
Biliyorsun kurum kirletemez artık olmayan saçlarını."  

Ve o ağlamayı kesti ve o gecenin derinliğinde
Tom uyuduğunda, neler gördü düşünde!
Binlerce baca temizleyicisi,Dick,Joe,Ned ve Jack,
Onların hepsi kara tabutlara kilitlenmişti

Ve bir Melek geldi ışık saçarak anahtarıyla,
Ve açtı tabutları ve azat etti onları;    
Sonra çayırda zıpladılar güldüler koştular
Ve ırmakta yıkandılar ve Güneşte parladılar.

Sonra çıplak ve pak, bütün yüklerini artlarında bıraktılar,
Bulutlara ağdılar ve rüzgârla dans ettiler;
Ve o Melek Tom'a dedi ki, iyi bir çocuk olursan
Tanrı baban olsun, neşe de hiç gerekmez artık. 

Ve Tom uyandığında; ve biz karanlıkta kalktık,
Ve çantalarımızı fırçalarımızı alıp çalışmaya koyulduk,
Sabahın ayazı boyunca, Tom mutluydu ve şevkliydi,
Herkes işini yaparsa gerek kalmaz ki kötülükten korkmaya.

                                                           Masumiyet Şarkıları
                                                             William Blake



11 Mayıs 2014 Pazar

ılık bir yağmur ol anne..


Canım kızım, cuma günü okulca çok güzel bir anneler günü programı hazırlamıştınız. Annelere tatlı şarkılar söylediniz. Hazırladığınız hediyeler çok güzeldi. İzleyen tüm anneler çok duygulandı. Ve sen yine çok başarılıydın. Bana dünyanın en özel duygusu olan anneliği tattırdığın ve yaşamımı daha anlamlı kıldığın için çok teşekkür ediyorum. Seni çok seviyorum.


Beni doğuran da bir candı. Bana yaşamayı öğreten de büyük bir kalpti kızım. Ilık bir yağmur gibi kanayan yerlerime yağan insan, annem. Karşılıksız sevginin, şefkatin durmadan akan çağlayanı. Onun ve tüm güzel annelerin her gününün özel, yaşanılası ve mutlu olmasını diliyorum..

Anneme..

demin başımı kaldırıp baktığımda göğe
gülümseyen yüzünden bir yağmur damlası
düştü tenime
göğümde büyüyen bir bulut olmalıydın sen
yağmurlarını yağdırmaktan bir an usanmayan

bir an sevginin gücünden yoksun bırakmayan
sınırsız bir sevgi evreni olmalıydın sen
başımı dizine yasladığımda
ellerinle okşarken saçlarımı
kalbimde gülümseyen bir şefkat olmalıydın sen
karanlığıma yayılan sükunetin içinde bitmeyen
bir haykırış olmalıydın sen
sonbaharıma, zemherime her yönden doğan
bir güneş olmalıydın sen

seni çok özlüyorum annem..




10 Mayıs 2014 Cumartesi

Kedi


Tavan arasına kaçan çocuk
erik ağacından görünen göğü düşünür
akşamın acısı içine çökünce uyur

benim küçük bir kedim vardı
ahmak bir ayak ezdi
benim en güzel çocukluğumu
ahmak bir ayak ezdi

ağaçların arasında unutulan çocuk
yapraklarda güneşi görür
ve hareli denizlerde gezdiği günü düşünür

küçük kedim bana sürün
kediler ağlamaz
çöp tenekelerinde ölür
sıska kediler
damlardan çok mezbelelerde görünür

küçük kedim
molozlu sokakların ağır uykusundan gerin
bilirim ki sen
bu çöplükten değilsin
benim gibi garipsin
ikimizin de unuttuğumuz
kuşları bol
ağaçları bol bahçelerdensin
koca duvarlı sokaklarda sıkılmışsın
ve canından bıkmışsın

Asaf Halet ÇELEBİ

8 Mayıs 2014 Perşembe

civciklerimden :)


Okuldaki Haller:

Öğretmen kılık kıyafettteki değişiklikleri anlatmaktadır. Çocuklar siz ne tür kıyafetler giymeyi seviyorsunuz?
İpek söz hakkı alır, öğretmenim abiyeee :D

Dikte çalışması yaptırırken Ahmet Can bağırır öğretmenim Enes doğru yazmak bilmiyorr, bütün nefeslerim bitti anlamıyorr:D
Kaç defa söyleyeceğim çocuğum yazmak değil yazmayı diyeceksin evladımm..

- Öğretmenim laabom geldi gidebilir miyim?

- Öğretmenim bugün eve gidince annemden para alıp iki tane civcik (civciv) alıcam. Tek alırsam ölür, o yüzden iki tane alıcam.

- Çölde bebek cinsinde katil var. İnsanları öldürüyor, o yüzden çölden gitmemeliyiz örtmenim.. 
( çöl derken boş, ıssız alanları kastediyor)

- Öğretmenim galiba bunlar eve aşık olmuşlar. Baksanıza dakika sayıyorlar, ev mi önemli okul mu:D

- Örtmenim bu nazarı önce sizin sonra da arkadaşlarımın üzerinde gezdirebilir miyim? Nazar değmesin..

- Öğretmenim dün akşam babam bissürü eşya aldı. Dondurmanın birazını yedim birazını da bu akşam küllahta yiyeceğim.

- Öğretmenim kediler miyav diyer, diyer değil evladım deeeeeer:D

Melek Şeyda öğretmen derse kendini kaptırmış anlatıyorken usul usul gelir, kulağınıza bişey söyleyeceğim, Öğretmenim herkes mutlu olsun:D
Benim canım öğretmenim çok tatlı:D
Sizin gibi bir öğretmen olacağım :)

Öğretmenin ağzı kulaklarına varır ve Şeyda'ya sarılır. O gerçekten sınıfın meleğidir ve teneffüslerde ona içinden bir şey sorar, bu dileğim olacak mı olmayacak mı diye. Şeyda hep evet der, olacak der.

Öğretmen bazen onların dünyalarında kaybolsam hiç gerçek hayatın yolunu bulamasam diye geçirir içinden..


Not: Öğrenciler birinci sınıf öğrencisidir.



7 Mayıs 2014 Çarşamba

♥ Ahucum ♥


Benim tatlı arkadaşım Ahucum, canımcımm taa Almanyalardan bana mektup gönderdi. Dün alabildim. Mektubumun içine sevgi damlacıkları ve oraya ait bir fotoğraf yerleştirmiş. Çook mutlu oldum.Yaşamıma ilham olan bu anlar çok değerli benim için. Çok teşekkür ediyorum ve kocaman kocaman öpüyorumm :)





6 Mayıs 2014 Salı

my baby ♥


Dün okula giderken avucunun içine öpücüğümü gizledin, beni özlediğinde avucunun içine bakacağını ve beni orada göreceğini söyledin.
Dün arabada 'anne benden bir tane daha olsaydı ödevlerimi yapardı, kıyafetlerimi giydirirdi ne iyi olurdu değil mi?' dedin.
Üç haftadır pazar günleri piyano kursuna gidiyorsun. Öğretmenin umut vaat ettiğini söylüyor. Ne güzel..

Küçük parmakların öğrendiğin piyanonun notalarında gezinirken, içindeki şarkının en umutlu en masum notaları da hayatın en güzel anları ile bütünleşsin kızım ♥

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Hale Nur Durmuş - Vincent Konağı


Kavanozdaki Beyin blogunun yazarı sevgili Sessiz Gemi'nin ilk romanı. Kendisini öncelikle tebrik ediyor ve böyle güzel bir romanı bizlerle buluşturduğu için çok teşekkür ediyorum.

Fantastik roman türünü çok fazla okumamış olmama rağmen Vincent Konağı'nı yadırgamadan iki günde büyük bir heyecan ve merakla okudum. Fantastik romanlar, gerçek ve bilinen dünyanın ötesinde hayal gücüne dayalı bir dünya oluşturarak burada geçen olayların, öykülerin anlatıldığı romanlardır. Bu türün sanırım en eski örneği, Gılgamış'tır. Çünkü o da sonsuz hayat anlayışını aramaktadır.

Yazarın bu türü tercih etmesi gerçek bir dünyanın yanı sıra gerçek üstü bir dünya oluşturması onun zengin hayal gücünü ortaya koymaktadır. Kitap, belli bir mesleği olmayan ana karakter Rita Winterson'un çocuk bakıcılığı işine alınması ile başlıyor ve bakıcılığını üstlendiği çocuk Martha ile birlikte gizemli, sıra dışı olayların içinde akıyor. Bu macera dolu dünyanın sonunda Rita  ve Martha bu zorlu yolculuktan aklanabilecekler mi, bedenlerini kurtarabilecekler mi, ruhlarını bu ansızın dahil oldukları alemin yansılarından koruyabilecekler mi? Kitap bu sorularla içinizdeki merakı uyandırıyor, olayların akıcılığı ile gece uykunuzdan uyandırıp kaldığınız yerden okumaya ve onu bırakmamaya çağırıyor adeta.

Yazarın duru anlatımı ve oluşturduğu macera dolu o alem, ayaklarınızı, benliğinizi yeryüzünden alıp, o esrarengiz atmosferin içinde gezinmenizi sağlıyor. Kitabın sonunda ruhların izleri silinebilir miydi? diye soruyor karakterimiz. Herkesin ruh izi, parmak izi gibi farklı olurmuş. Ruhların izi belki siliniyor gibi gözükse de unutulmazmış. İşte bu akıcı, güzel romanda da yazarın ruhundan silinmeyecek izler bulacağınızı düşünüyorum.

Kalemindeki özgün üslup, iyi betimlemeler, tasvirlerle; engin, farklı hayal dünyasından yansıyan nefes kesen yolculuklarla nice romanlar üreteceğini düşünüyorum. Hepinize bu güzel romanı tavsiye ediyorum, okuyun ve okutun :)

4 Mayıs 2014 Pazar

Ahmet Haşim - Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları


“Beş, altı seneden beri edebiyatımızın gösterdiği çıplaklık manzarası bütün fikir adamlarını düşündürse yeri var. Okuyup yazmanın halk arasında taammümü ve binaenaleyh kari adedinin çoğalması nispetinde yazı hünerine ârız olan bu tereddînin anlaşılmaz sebepleri hakkında hayli şeyler söylendi. Felce uğrayan maalesef yalnız edebiyatımız değildir. Bu hüzal rengi, gizli bir hastalığın sarılığı gibi, ruh ve hayalin bütün bahçelerine sirayet etmekte ve bütün yaprakları, yer yer soldurup kurutmaktadır.” 

1920'lerin sonlarında yazılmış şu cümleler bir edebiyat adamının edebiyattaki gerilemeye koyduğu teşhisi ve bunun sebeplerini daha da geniş bir alanda aramak gerektiğini ne güzel anlatıyor. Gelelim genel olarak kitaba..
Kitap iki bölümden oluşuyor. Öncelikle Bize göre adlı bölüme bakalım:
Bize göre adlı bölümde değişik konularda yazılmış denemeleri görüyoruz. Mevsimler, çingeneler, mecmualar, şairler, kadınlar, sinema gibi farklı konulara ilişkin bol bilgi ve gözlemi dile hakim bir üslupla aktarmış sevgili Haşim.

İkinci bölüm yani Bir Seyahatin Notları yurt dışı seyahatlerine ilişkin yazılardan oluşmakta. İlk durak İtalyan şehri Napoli, sonra Marsilya ve Paris. Paris'te gezdiği hayvanat bahçesi, inşa edilen Türk camisi, sokakları ve temizliğine çok da dikkat etmeyen halka rağmen sokaklara sirayet eden taze gül kokusu, yazarın bahsettiği konulardan bir kaçı. Sürekli et ve şaraptan başka bir şey tüketilmeyen bu yerde çektiği sebze özlemi ve Saint Germaine Bulvarı'nda az bulunan bir kitabı ararken bir vejeteryan lokantasında sebze hasretini gidermesi, oradaki ediplerle Kübizm, Fütürizm, Dadaizm ve Sürrealizm üzerine ve Fransız edebiyatının manzarası üzerine sohbetleri bu notlardan bir kaçı. Aynı zamanda yazar, o zamanlardaki Paris'in görünen yüzünün dışında fuhuş ve rezalet girdabına dönüşen halini de anlatıyor.

Bu kitapta Ahmet Haşim şiirde olduğu gibi nesirde de, dil ve üsluba önem vermiş, zengin teşbihlerle, ince ve şaşırtıcı buluşlarla Türk nesrinin en iyi örneklerini meydana getirmiştir.

Bize Göre' den :

Gazetecilik, ticaret şekline dönüştükten sonra, kendisine “müşteri” ismi verilmesi daha doğru olan okuyucunun hoşuna gitmek gayretiyle gazeteler giderek sütunlarından “fikr”in bütün şekillerini süpürüp attılar. Sf.23
Bahar bir muhasebeci gibi, hayata yeni kavuşturduğu yaratılmışların sayısını yaşayanların toplamından sürekli çıkarmakta. Sf. 29
Herhangi bir sahada insanın artık daha ileriye gidemeyeceğini düşünenler, bilmeyerek onu hayvan seviyesine indirmek isteyenlerdir. Eleştirmen ise her insani bilginin hâlâ gelişip olgunlaşmaya muhtaç olduğunu bağırmakla, her sabah insana hayvan olmadığını hatırlatıyor. Sf.44
Fen, yağmuru lazım olduğu zaman yağdırmak imkanını bulmadıkça veyahut suyun yerini tutacak bir madde keşfetmedikçe dünyanın mutlak hakimleri, şu kızıl ufuklar üzerinde sıra sıra yürüyen ve gürleyen siyah bulutlar kalacak. Sf.51
Her hayvanın avı, kendisinden daha küçük ve daha savunmasız bir yaratık iken, tahtakurusunun gıdası, kendisinden bir milyon defa büyük kuvvetli olan insanın derisi altındadır. Ne ağlanacak talih. Sf.77
Sanki yere yıkılmış bir sema parçası üzerinde yürüyorsunuz ve sanki bütün bu yanan esrarengiz kedi gözleri, bu semanın yere dökülmüş hiddetli, korkunç yıldızlarıdır. Sf.80
Ahmet Haşim

3 Mayıs 2014 Cumartesi

ruhuna güzel bak olur mu :)


Olumsuza meyilli bir mizaca sahip olmayı kimse istemez. Doğuştan negatif duyguları ebeveynlerden, yaşadıklarından ve yakın çevrenden öğrenirsin. Yaşanan olumsuz olaylara herkes farklı tepkiler gösterir. Bu tepkilerin değişkenliği zaman, yaşanmışlık, farkındalık ve tecrübe ile yakından ilintilidir.

Olaylara, olgulara tepki verirken bilinç altın bunu fazlasıyla dikkate alır ve direkt kaydeder. Bunun yanında kişilere yüklediğin anlamlar verdiğin tepkilerle doğru orantılıdır. Anlam, etkiyi büyütür ve tepkinin şeklini de değiştirir. Ne kadar az anlam yüklersen o kadar az etkilenirsin. O yüzden anlam yüklediğin kişilerin, olayların farkında ol. Olduğundan fazla anlam yükleme.

İnsanın öteki, diğer kişiler tarafından nasıl algılandığından ziyade kendini nasıl gördüğü önemlidir. Başkalarının görüşleri, başkalarının tepkileri bu iç görünü değiştirmesin. Sen ışığa hep bakarsan, onu hep görürsen; o seni er ya da geç aydınlatacaktır. Ruh, beden, zihin bütünlüğünü asla unutma. Kendine inan.


İçsel ortamını bu doğrultuda yürütmeye çalışırken, dışsal ortamı da kötü enerjilerden uzak tutmak adına şunları yapabilirsin :

Evinin hangi alanını sıklıkla kullanıyorsan oraya bir saksı lavanta, bir saksı fesleğen yerleştir. Aktardan günlük otu al, ocakta yak, dumanını bütün evde dolaştır ve bildiğin bütün duaları oku. Bu bütün kötü enerjileri temizler. Evi silerken sirkeli su ile sil. Bir de radyasyondan koruyan kaktüsleri de evinden eksik etme.



2 Mayıs 2014 Cuma

Sabahleyin


Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim
Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde
Eliniz beyazken uzatın isterim
Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim

Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem
Uzanmışım gölgeliğe bir başıma
Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan
İçten içe ürküyorum ama
Böyle de iyiyim

Siz dayanılmaz bir "Günaydın"sınız
Sabah sabah insanı ayağına getiren
Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren
Siz çocuk ağızlı bir "Günaydın"sınız

Çocuk ağzınızla biraz daha durun
Gittiğinizde güz gelmiş olacak

Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla
Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin
Sizde tutunacak yaslanacak kollar
Biraz daha durun biraz daha
Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin

Gülten Akın

..................
ne üs kurmaya geldim yıldızına
ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Kola-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerde mutlu dinlenmeler adına
"Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber"
diyebilmek adına
evlerin
yurtların
dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adına...
   Nazım Hikmet Ran




Deniz’in sesi de gelir sana
serinliği de -
kapını açabilsen..

Oruç Aruoba