31 Mayıs 2013 Cuma

Biten kitabım,Serenad

                           
                          “Ve belki de sen kitapları okuyarak yaşadığına inanıyorsun!”
                                       - Giovanni Papini / Düşsel Konçerto

Zülfü Livaneli, “Serenad”da, İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünde görevli 36 yaşındaki Maya Duran ile üniversitenin davetlisi olarak Türkiye’ye gelen 87 yaşındaki Alman asıllı Amerikalı profesör Maximillian Wagner arasında geçen olayları anlatıyor. 60 yıllık aşkının izini sürmek için profesörün İstanbul’a gelmesi, hem kendi hem de Maya’nın aile sırlarını ortaya çıkarmakla kalmıyor, 2. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımı,Struma ve Mavi Alay facialarında hayatını kaybedenlerin hikayelerini de gözler önüne seriyor.
Livaneli, dokunaklı bir aşk hikayesini yakın tarihin izlenimlerinden,araştırmalarından kesitlerle, akıcı bir dille anlatıyor. Çok kısa sürede hüzünlenerek ve yakın tarihi sorgulayarak okudum.

Kitaptan:
"Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kiminin ki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım, insanlara karşı kendini koru!"

Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri… Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra, sarılmanın ne anlamı kalır!
Müziğin bazı insanları, diğerlerinden daha fazla heyecanlandırdığı, daha fazla etkilediği üzerinde durdular. Tolstoy’un, çalışırken ve bazı hassas dönemlerinde müzik dinlemediğini konuştular. Büyük yazar müzikten çok etkilendiği için, duygularının fırtınaya tutulmuş yaprak gibi olduğunu, varlığının en temelden sarsıldığını söylüyor, bu yüzden müzik dinlemiyordu.
Farklı düşünmek, çok zaman düşman kabul edilmenin nedeni olurdu.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Burada tatlı bir şeyler var:)


 

Bu aralar Gülce ile sürekli gezme modundayız. Pazartesi gününden beri her gün bir yerlere takılıyoruz. Üst üste gezince evde kalmak istemiyoruz. Bugün de canım arkadaşım Nurla buluştuk. Nur'un bugün dersi yoktu, Gülce ile Seymen güzel vakit geçirsinler diye Seymen'i de kreşten erken almıştı.Öğleden sonra buluştuk,Gülce ile Seymen çok güzel vakit geçirdiler, Nurcuğum da her zamanki gibi döktürmüştü.Gülce bugün okulundaki parkta, arkadaşları ile oynarken dizini yaralamıştı.Eve geldiğinde fazlaca naz yaptı önce, 'Seymenlere gidelim mi?' sorusunu duyunca 'Anne dizim çok ağrımıyor, lütfen gidelim' diyince hazırlanıp çıktık.
Anne olunca insan daha çok çocuğunun frekansının uyuştuğu arkadaşları ile görüşmeyi tercih ediyor. Gülce ile Seymen de iyi anlaşan iki melek. Onlar anlaşınca biz de arkadaşımla rahat rahat muhabbet edebiliyoruz.
İyi ki şu dünyada insanın güzel dostları var.



28 Mayıs 2013 Salı

Pişman Değilim




"Pişman değilim, seslenmiyorum, ağlamıyorum
Her şey geçer ak elmalıkların üstünden bir sis gibi
Altın rengine bürünüp, solup gidiyorum
Bir daha geri gelmeyecek gençliğim.


Sen, bir daha çarpmayacaksın öyle
Kalbim! Ayazların üşüttüğü, öyle serin…
Ve bu ak ağaçların kumaşı ülkesi bile
Artık heves vermiyor gönlüme yalın ayak dolaşmak için.

Serseri ruhum benim! Gittikçe daha az
Canlandırıyorsun ateşini dudaklarımın
Ey benim kaybolan diriliğim,
Deliliği gözlerimin ve taşkın ırmağı duygularımın.

Artık daha az şey ister oldum dileklerimde
Ah ömrüm benim! Yoksa seni bir düşte mi gördüm?
Sanki sessiz bir bahar sabahı erkenden
Dörtnala geçip gidiyormuşum gibi düş renkli bir at üstünde.

Hepimiz, hepimiz tükeneceğiz bu dünyada
Sessizce dökülüyor akçaağacın yapraklarından bakır
Sonsuza dek kutlu ol sen, sonsuza kadar yüksel
Bir çiçek gibi açıp, sonra öleyim diye geldin buraya"


Sergey Yesenin 

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Biten son kitabım,1984


"Güzelim kestane ağacının altında 
Ben seni sattım,sen de beni havada..."

Orwel,"1984" adlı eserinde despotizmin(zorbalık) egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder.Bu ütopyaya göre, dünya eşit güce sahip üç bloka ayrılmıştır.Yönetenler tek egemen güçtür.İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş,özgürlükler kaldırılmış,ahlâki ve insani duygular yok edilmiş,düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmış,yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir.Hiç kimse birbirine güvenememektedir.Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir.Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir.

Orwell kitap boyunca sorgulama içindedir.Kahramanımız Winston Smith’in içinde bulunduğu durumu özetlemektedir.Winston Smith,devrim öncesi hayatı merak etmektedir ve bu hayatı sorgulamaktadır.Kendisi gibi sorgulayan insanları bulmak ister.Winston’un bu yaptıkları parti yasalarına göre yasaktır.Çünkü içinde bulunduğu parti sorgulamaya izin vermez.Okyanusya toplumunun büyük çoğunluğu,baskıcı düzene karşı ilgisizdir,Büyük Birader'in acımasız diktatörlüğü altında hiç tepki göstermeden yaşarlar.Winston Smith,akıl dışı bulduğu baskı düzenine muhalefet olmaya ve Büyük Birader'e meydan okumaya çalışır.Direnişine sevgilisi Julia'da destek olur.Birlikte düzene karşı gelirler.Kendilerine yeni bir yaşam kurmak isterler.Ne var ki, bir süre sonra yakalanırlar.Akıl almaz işkenceler görürler.İşkencelere dayanamazlar ve birbirlerine ihanet ederler. Romandaki dokunaklı şarkının sözleri bu ihaneti şöyle tanımlar: 
"Güzelim kestane ağacının altında/ Sen beni sattın,ben de seni havada." 
Roman, gelişen teknoloji ve iktidarların insanları kontrol altına almasını,özgürlüklerin kısıtlanmasını, sorgulamanın yasak olduğu bir toplumu ele almaktadır.Her yerde izlendiğimizi de bizlere anlatmaktadır.Tele Ekranlar,mikrofonlar,kameralar,uydular önemli bir yer teşkil etmektedir.
Ütopya olsa da roman günümüze ışık tutmaktadır.1949 yılında yazılmıştır.O dönemin politikacılarıyla karşılaştırma yaparsanız romanı daha iyi anlayabilirsiniz (Adolf Hitler, Stalin gibi).Bir de roman üzerinden uyarlama "1984" filmi varmış.Ben de izleyeceğim,genelde kitabı olan eserlerin filmlerinde aynı tadı bulamasam da.
Kitabın çoğu yerinde yazarımız kapalı bir dil kullandığı için ağır gelebilir.Ancak böyle siyasi kitapları okumaya alışkınsanız seversiniz.CIA ajanı olduğunu söyleyenler olsa da Orwell için bu rivayetten öteye gidememiştir.Seneler önce yazılan bu kitapta Orwell günümüze ışık tutmuştur.Gelecek üzerine korkularını dile getirmiştir.İnsanları,modern dünyayı etkileyebilecek sorunlar üzerinde düşünmeye yöneltmek istemiştir.

Kitaptan:

* Çağdaş hayatın en önemli özelliği, acımasızlığı ya da güvensizliği değil, çıplaklığı, ruhsuzluğu ve bayağılıydı.
* Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verilirse, gerisi kendiliğinden gelir.
* Birlikte belki altı ay, belki bir yıl daha geçirebiliriz, ama sonrası bilinmez ki. Ayrılacağımız ortada. O zaman  kendimizi ne kadar büyük bir yalnızlık içinde hissedeceğiz, hiç düşündün mü? Bizi ele geçirdiklerinden, birbirimiz için yapabileceğimiz hiçbir şey olmayacak. Eğer ben itiraf edersem seni vuracaklar, itiraf etmezsem yine vuracaklar. Yapabileceğim ya da söyleyebileceğim hiçbir şey senin ölümünü beş dakika bile geciktirmeyecek. Birbirimizin yaşayıp yaşamadığını bile öğrenemeyeceğiz. Durumumuzda bir değişiklik yapmasa bile, önemli olan tek şey birbirimizi satmamamız…
* Söylediklerinin ve yaptıklarının önemi yok, önemli olan neler duyduğundur. Eğer beni sana olan aşkımdan vazgeçirlerse, işte bu seni satmak olur.
* İnsanın içine giremezler. İnsan olarak kalmanın bir değer taşıdığını içinde gerçekten hissediyorsan, somut bir sonuç elde etmesen bile, onları yenmişsin demektir.
* Savaşın işlevi yok etmektedir: Yalnız insanları değil, insan emeğinin ürünlerini yok etmektir. Savaş, kitlelerin rahatını ve sonuçta zekasının artmasını sağlamak için kullanabilecek malzemenin havaya uçurulması ya da denizlerin dibine yollanmasıdır. Savaş endüstrisi, tüketim maddeleri üretmeksizin işgücünü kullanmanın akıllıca yoludur.
* Her şey insanın kafasından yer alıyordu. Herkesin kafasında var olan olaylar gerçek olaylardır.

Banyoda sanat çalışması


Çocuğunuzla banyoda etrafı ve üstünü istediği gibi kirleterek rahat rahat resim çalışması yapabilirsiniz.Gülce gibi boş kaldığı anda 'Anne şimdi ne yapalım?' diye soran bir çocuğunuz varsa benim gibi farklı arayışlara girebilirsiniz.Bu ara en çok drama aktiviteleri yapıyoruz cafe işletmesi Gülce,pazarcı Gülce,anne Gülce,öğretmen Gülce rollerini beraber oyunlarla canlandırmayı çok seviyor.Bol bol dondurma yiyor.Bir de şu renk bulma oyununu çok seviyor:
"Dünyamız yusyuvarlak fakat ay ondan parlak,et yiyerek,süt içerek,göster bana bir pembe renk?"
Çevresinden pembe rengi buluyor,farklı farklı renklerle oyun sürüyor,önce ben ona soruyorum sonra da o bana soruyor.
Bugün resim çalışmasını yaptıktan sonra meşhur Montessori sorularını Naz'a sordum,işte cevapları:

-Arılar nasıl bal yapar?
-Elleri ile böyle karıştırarak karıştırarak yaparlar(Elleri ile karıştırma hareketi yapar)

-Nerelerinde taşırlar balı?
-Bellerinde taşırlar balı(böyle böyle belini indirip yürüme hareketi yapar)

-Arılar nerelerinden bal yaparlar?
-Ağızlarından.

-Kutup ayıları neden penguen yemez?
-Çünkü onlar kar yer.

Doğru cevabı merak edenler için:
-Çünkü penguenler sıcak birkaç yer dışında sadece güney kutbunda,kutup ayıları ise sadece kuzey kutbunda yaşarlar.Yani hayatlarının tamamını birbirlerini görmeden sürdürürler.Dolayısıyla da birbirlerini yiyemezler.



Şimdi de birkaç Gülce repliği:

Uyumamak için mazeret üreten Gülce modu:
-Uyuduğum için karnım ağrıyor anne,uyumayayım ben tamam mı anne?

-Akşam yemeğine dondurma yap anne?

Parka yorgun olduğu için gitmek istemeyen annesini ikna eden Gülce:
(Anne)-Gülcecim ayaklarım ağrıdığı için dinlenmeliyim yarın parka gidelim
(Gülce)-Anne uzan ayaklarına makaj(masaj) yapayım.
Anne uzatır ayaklarını Gülce makaj yapar,sonra:
-Anne bak ayakların ağrımıyormuş ben dokununca anladım.Hadi gidelim anneee...

Balkona geçip su ile oynamanın adını balkonu yıkama kuran Gülce:
-Anne balkonu yıkayabilir miyim?Tamam tatlım de anne.
-Cevabını verdiğin soruları niye soruyorsun çocuğummm:)



22 Mayıs 2013 Çarşamba

Okul öncesi artık malzemeden elbise yapımı



Şu sıralar Gülce'nin ödevlerini yapmakla geçiyor günler.Bu haftaki ödevi,artık malzemelerden kıyafet yapımı;bu elbiselerle okulca bir defile yapacaklar.Ben de küçük bir araştırma sonrasında tütülü bir kıyafet yapmaya karar verdim.Geçen yaz renkli bir tütü yapmıştım bu sefer beyaz bir balerin tütüsü yaptım.

Gülce'nin beli ölçüsünde kalın bir lastiğin uçlarını birleştirerek diktim,bir kovayı ters çevirip lastiği kovanın üzerine yerleştirdim.10 metrelik tülü,15 cm'lik parçalara ayırıp,kestim.Kestiğim parçaları lastiğe teker teker düğüm atarak geçirdim.Böylelikle kabarık güzel bir tütümüz oluştu.

Üst kısmına gelince üç kat kartonu üst üste yapıştırdım,folyo ile kapladım.Ardından arka tarafı delgeçle minik minik delip çapraz bir şekilde kurdeleyi geçirerek en son kısımda kurdeleyle fiyonk yaptım.Kol kısmında da aynı artan tüllerden faydalandım.Elbisenin üst,arka tarafını resimleyemedim umarım anlatabilmişimdir.

Kızım defileye hazır biraz da yürüme provaları yaptık.Bu aralar günde en az on defa dinlediği 'yatcaz-kalkcaz ordayım' şarkısını dinleyip tütüsü ile doyasıya dans edip güzel bir uykuya teslim oldu Nazımız.

Herkese güzel geceler...

17 Mayıs 2013 Cuma

Geleceğin suçlusunu yetiştirmek istiyorsan;



  • Küçükken daha,çocukken çocuğa ne isterse vermeye başla !
    herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğunu inansın…
  • Fena sözler söylediğinde gül..!
    Ki! kendisinin akıllı olduğuna inansın…
  • Ona düşünmeyi,beynini kullanmayı öğretme sakın!
    Bırak onsekizine gelince kendisi karar versin..
  • Yerde bıraktığı herşeyi kaldır.Kitapları,giysileri,
    pabuçları, onun için herşeyi sen yap!
    Ki,sorumlulkuları hep başkalarına yüklesin…
  • Onun önünde sık sık kavga et!
    Ki,bir gün aile parçalanırsa pek de şaşamasın…
  • Ona istediği gibi harçlık vermekten kaçınma!
    Asla kendi parasını kazanmanın ne demek oldugunu öğrenmesin…
  • Yiyecekmiş,giyecekmiş,konformuş tüm isteklerini yerine getir!
    Ki,istediklerini her zaman elde etmeye şartlansın…
  • Komşulara,öğretmenlere,polise karşı hep onun yanında ol!
    Ki,hepsine karşı önyargılı  davransın….
Evet evet bütün bunları yap!
Ki,günün birinde onun başına bir bela gelirse
Kendinden özür dile.
Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığın için
Kendine teşekkür etmeyi de…
İhmal etme sakın!
                                                        Üstün Dökmen

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Az,Hakan Günday


Belki de az, çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de seni az tanıyorum demek, seni kendimden iyi biliyorum demektir. Belki de az, her şey demektir.

Hakan Günday'ın Zargana,Kinyas ve Kayra,Azil kitaplarının ardından okuduğum dördüncü kitabı "Az" isimleri Derda olan iki kahramanın kesiştiği hikayeler üzerine kurulu.

Kitabın anlatımı çok akıcı,zaten Günday'ın en çok üslubunu seviyorum.Şiirsel ve yoğun anlamlı cümleler kurması kitabı elinizden bırakmamanız için önemli bir özellik haline gelebiliyor.Öyle ki  ben kitabı iki günde bitirdim.

Birinci bölümde 11 yaşındaki Derda'nın bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilmesi ve yurt dışında başına gelen kötü hikayeler kanınızı donduracak bir şekilde anlatılıyor,hikaye başından itibaren derinden sarsarken sonunda her şey toz pembe bir hal alıyor.Derda o kötü hayattan bambaşka bir hayata uzanıyor.

İkinci bölümde bir gaspçının mezarlıkta çalışan Derda ismindeki oğlunun başına gelen olaylar ve birinci bölümdeki Derda ile mezarlıkta kesişen hayatları anlatılıyor.Bir de bu bölümde atlanmaması gereken diğer bir kişi Oğuz Atay.Kahramanımız Derda'nın Oğuz Atay'a duyduğu farklı hayranlık ve yaşamında kaybetmeyi göze alamayacağı hiç bir şeyin olmaması bilincinde sergilediği hareketler aşırı geldi bana.

Kitabın sonunda biri erkek diğeri kadın olan Derda'nın hayatlarının güzel,duygusal bir sonla bağlanması yeraltı edebiyatı için aykırı bir durum olarak değerlendirilebilir.Kitabın bir çok bölümünde kurgulamalarda soru işaretleri kalabiliyor insanın kafasında.Ancak bir çok kötü hikayenin  sonunu güzel bağlaması ve anlatımdaki kusursuzluğu kendine bağlayıcı kılabiliyor kitabı.

Yazar romanda kısaca çocuk ve hayatın şiddetini,paranın insanı nasıl zalimliklere itebileceğini vurguluyor.Ana düşünce olarak da,ne kadar kötü olaylar yaşarsak yaşayalım umudun her zaman var olacağını unutmamız gerektiğinin altını çiziyor.Siz de benim gibi sonu güzel,duygusal biten filmlere,hikayelere,kitaplara dayanamıyorsanız alın okuyun derim.

Ve son olarak Derdâ ve Derda'nın 40 yıl birlikte dinledikleri Altre Follie albümünden...



Kitaptan:


…Sonra da hayatı boyunca kurmuş olduğu bütün hayalleri düşündü. İçlerinden sadece biri gerçek olmuştu. O da gerçekleşmemesi gerektiği için hayal olarak kurulmuştu. Sadece hayalde kalacağı için kurmaya cesaret ettiği tek hayali gerçek olmuştu. Sonra başka bir şey düşündü: Kim seçiyor acaba, dedi içinden. Hangi hayalin gerçek olacağını? O hayali kuran mı, yoksa o hayali kurduran mı?..

Her paragrafın sonunda, bir “her neyse” var. Oysa her neyse değil! Oysa o her neyse’lerin devamında, şu anda yazamadığım binlerce hikaye var.

Gerçek hayattaki  şiddetin önünde ya da arkasında rica, özür gibi kelimeler oluyordu. Dolayısıyla, insanın, hayatla olan, çoğu acıya, azı zevke dayalı ilişkisini kabullenip oyunu kuralına göre oynaması kesinlikle bir hastalık değildi.

Çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde , insanlar çocukları bombalıyorsa, bunu bilmeye gerek yoktu.O dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı.Eğer bir yerlerde, başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu.O dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı.Ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak geri verirdi.Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar."


13 Mayıs 2013 Pazartesi

Biten son kitabım


Kitabın Adı:Nar ağacı
Yazar:Nazan Bekiroğlu
Sayfa:533

"Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim.
   Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin..."

         Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-Bakü-İstanbul hattında geçen tarihi bir aşk romanı.Anlatıcı Bekiroğlu’nun kendisi.Çünkü bu roman onun anneannesi ile dedesinin bir araya gelmesinin öyküsü.Anneanne Zehra, Trabzon’da yaşıyor;dede Setterhan ise Taht-ı Süleyman’da.Balkan Savaşı dönemi ve neredeyse düşman İstanbul’a ulaşmak üzere.Seferberlik ilanı ile Zehra’nın kardeşi İsmail ve Allah’ın emri ile Perşembe günü Zehra’yı isteyecekleri Celil Hikmet Bey askere alınıyor.Gülcemal Vapuru her ikisini de Trabzon’dan alıp İstanbul’a doğru yola çıkıyor.
        Nazan Bekiroğlu,hem bugünü hem de o tarihleri anlatarak romanını oluşturmuş.Taht-ı Süleyman’da (Bugün İran’da bulunan tarihi bir mekan) yaşayan varlıklı bir halı tüccarının oğlu Setterhan.Halı ticareti için Tebriz, Bakü, Batum’a yolu düşüyor.Aşkına karşılığı önce halasının kızı Azam’da arıyor.Bir de Sofya’da.Batum’da bir kitabevi işleten Puşkin hayranı Sofya’da…Tabi Sofya’ya duyulan aşk, Azam’da yaşadığı hüsrandan sonra kapısını çalıyor.Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde.
          Hayalleri bir dost darbesi ile yıkılan Setterhan bütün varlığını Acem diyarında bırakıp Rusya’ya doğru yola çıkarken,Zehra da Ruslar’ın işgali altındaki Trabzon’u terk edip,kardeşi İsmail’i bulmak için annesi ile birlikte İstanbul’a yol alıyor.Balkan Savaşı’nın Osmanlı’ya verdiği hasar bu bölümlerde İsmail’in kırık kafiyeleri ile hissediliyor.

Kitaptan:
"İşte bu dünyadaki her şey o kadar gölge. Perdenin bu tarafında hepimiz birer gölgeyiz aslında. Oyun bittiğinde bir püf! Mum söner. Oyun biter. Bütün suretler de Karagözcünün kutusunda bir araya konur, kaldırılır. Geriye ne suret kalır ne perde.
''Peki her şey bu kadar gölgeyse bunca acı ne olacak?''
Her şeyin gölge olduğunu bir kere fark edince, artık can acısa da bir acımasa da bir. O zaman bitmez zannettiğin her türlü çile de biter. Hem öyle bir biter ki artık bitse de fark etmez bitmese de fark etmez.
'Ey sıkıntı şiddetlen, nasılsa geçeceksin.'' Bir sıkıntının geçeceğine duyulan güven, ona dayanmanın tek çaresiydi.
Böyle bir yorgunluğu ancak benzer yolları yürümüş olan anlar. Senin yorgunluğunu benim yorgunluğum,senin gördüklerini ancak benim gördüklerim siler. Gerisin geri birlikte yürürsek eğer o yollar haritadan silinip gider. Bütün işaret taşlarını iptal edebilir, bütün güzergahları ihlal edebiliriz. Bütün o sesleri, tatları, kokuları yok edebiliriz. İnkar etme kalbin mucizesini, yeter ki el ver.
Bazen en büyük hakikatlerin bilgisinin en büyük günahlarla yan yana durduğunu unutma Settarhan. Aşkın nizamı parçalanınca her şey göze abes görünmeye başlar. İnsan içinden yenilenmeyince dışından eskir...
İçinden tatlı bir duygu geçti. Aşk değildi ona karşı hissettiği ama dostluk da değildi. Hayır, hem aşk hem dostluk sınıfına da dahil değildi bu duygu. Onun hissettiği, ikisinin arasında, ne aşk ne de dostluk olan bir şey, adı olmayan üçüncü bir duyguydu. Aşk kadar yıpratıcı, bencil, kaprisli ve kıskanç olmayan ama dostluk kadar da sakin akmayan, gerilimli bir ilgi. Herkes kendi hayatında ama yekdiğerinin hayatına da dahil. Görünmez bir anlaşma imzalanmıştı aralarında.
Artık olamayacağını biliyorum. Aşk benim kalbimi yakıyor, seninkini yalayıp geçiyor. Ben tam merkezine koyuyorum aşkı hayatımda, sen başka bir şeyin yerine koyuyorsun. ... Aşkı ve ahlakı tartıp durdun aylar boyunca. Gerekçelerini, savunularını, ithamlarını, infazlarını sıraladın; sanığı da savcısı da yargıcı da sen olan bir mahkemede yargılayıp durdun kendini defalarca. Hangi yanın haklı çıksa, bu davanın öbür yanında yara aldın. Çünkü ne yeteri kadar aşık ne de yeteri kadar ahlaklıydın. Oysa aşkın yeterince'si olmaz benim hiç olmamış sevgilim. O ya vardır ya yoktur. Hududu, temkini, itidali, tazmini olursa zaten aşk olmaz. Var olduğu müddetçe vardır o. Ve var olduğu müddetçe de tek biçimde tek hacimdedir. ... Bir yaranın acısını unutmak için gönlünde başka bir yaranın açılmasına razı geldin. Üstelik kendini bu yaraya da koşulsuz devredemedin, sürekli hesaplar yaptın. Aşk değildi bu. Aşk olsa hesap yapacak mecali kendinde bulamazdın. Bu kadar hesap yapmaya ne gerek vardı? Hepi topu aşk işte. Gelir, yaşanır ve günü gelince biterdi."

12 Mayıs 2013 Pazar

Anne










"Sahi senden mi doğdum anne?
Yollar, nehirler, kuşluk vakitleri dururken
bir insandan mı doğar bir çocuk?

Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı?
Kuş olsa,çiçek olsa,gündüz olsa...
Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu

Bu kez dağlar doğursun beni anne!
Sen de ılık bir yağmur ol,
Durmadan yağ kanayan yerlerime...."

                                                   Haydar Ergülen

8 Mayıs 2013 Çarşamba

kayıtsız




"gözlerin dükkan vitrinleri gibi aydınlanmış,
ya da şenlikler için süslenmiş ağaçlar gibi,
kullanmaktalar küstahça elden düşme bir gücü..."

Baudelaire

7 Mayıs 2013 Salı

Hamlet'ten


"Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine kaşı
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı."

Hamlet, Shakespeare
Çev. S. Eyuboğlu

Okumam gerekenler


Sevgili günlük, biliyorsun elimde okuduğum-Nazan Bekiroğlu-Nar Ağacı- adlı kitap ve bunun dışında sırada bekleyen kitaplarım var.Geçen gün de sırada bekleyenlerden sonra okumam gerekenleri,listeledim.Seni de not defteri olarak kullandığımı sanma,unutmayayım diye yazıyorum buraya.Çabucak bu kitapları temin etmeli,bitirmeliyim.


Jorge Amado- Kırlangıç ile Tekir Kedi
Italo Calvino-İkiye bölünen Vikont,Ağaca tüneyen Baron,Varolmayan Şövalye
Sabahattin Ali-İçimizdeki Şeytan
William Faulkner - Döşeğimde Ölürken 
Chuck Palahniuk-Tıkanma
Joseph Conrad - Karanlığın Yüreği 
Jorge Luis Borges – Kum Kitabı
Hüsnü Arkan-Mino'nun Siyah Gülü
John Fowles – Büyücü
Mıchel Tournier – Kızılağaçlar Kralı 
Franz Kafka – Şato 
Albert Camus – Yabancı
F.Scott Fitzgerald – Muhteşem Gatsby 
Ursula K. Lein-Yerdeniz I,Yerdeniz III Uzaktaki sahil
Kurt Vonnegut – Otomatik Piyano
Salinger – Franny ve Zoe 
Giancarlo Berardi – Ken Parker
Jack Kerouac-Yolda

Dün eski filmlerden "Ayna/Zerkalo" yı izledim.Lirik anlatımı olan güzel bir film,Tarkovsky'nin deyimiyle "filmsel,görüntüsel bir şiir"...Yakında araştırmalarımla güzel bir sinema  listesi de oluşturmalıyım.Acilen izlemem gerekenler diye.
"Ayna/Zerkalo " filmi,klasik giriş,gelişme,sonuç kısmı belli olan bir film değil.Gel-gitli bir zaman,mekanlar,yer,tarihsel olgular bir kıyıya vurmuş.Şiirsel bir dille ölmekte olan bir adamın ikinci dünya savaşı sonrasında yaşadığı çocukluğu,ergenliği,anne ve babasının ayrılması ile yaşadığı travmatik anların,Rus tarihi fonunda anlatıldığı bir film.Anlatılan yönetmenin kendi hayatı aslında, annesi de rol almış.Aynı zamanda şair babasının güzel şiirlerine de yer vermiş.İşte bu şiirlerden küçük bir bölüm:


“buluşmalarımızın her anını
bir mucize gibi coşkuyla kutlardık
yeryüzünde yalnız biz vardık
sen bir kuş kanadından daha hafif ve inceydin
bir hayal gibi, merdivenleri uçarak
yağmurlarla ıslanmış
leylakların arasından geçirip,
aynanın ötesindeki ülkene götürürdün beni."
                                                                                  Arseny Tarkovsky

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Ara sıra




ara sıra dünyayı iyice anladığımda
hiçbir değeri olmadığını saptıyorum
ara sıra öyle büyük ve çok yönlü görünüyor ki dünya
bin yıl yaşasam yetmez sanıyorum
ara sıra doğru gelmiyor bana bunların hiçbiri
ara sıra öyle hızlı gelişiyor ki her şey
kafamı bile toplayamıyorum
(yapabilirim ama düşünemediğim bir şeyi)
ara sıra kendiliğinden geliyor sözcükler
ara sıra nasıl oluyor bilmem
bakıyorum kağıda yerleşivermişler
ara sıra yitirseler de anlamlarını
ara sıra yeni bir anlam kazanıyorlar
ara sıra bir döner kapıyım sanki
Chaplin’in az önce içeri girdiği
ara sıra yarattığı canavardan pişmanlık duyan
Frankenstein gibiyim
ara sıra da tanıdığım kendim gibi

Peter Poulsen
Türkçesi Murat Alper

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Mikrokozmozumdan:)


"Serüvene koşmak için trenler bekliyorsan,güneşi yakalayıp gözlerine yerleştirmek için,beyaz yelkenlerin gelip seni almalarını bekliyorsan,yarına inanmak için günbatımına,iyi kalpli görünmek için zayıflığa ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa;demek ki, hiçbir şey anlamadın!"-J.Brel-

Yalan olmasın gümbür gümbür R.E.M.çalıyor ve elimde taze demlenmiş çayım.Yaz geldi evime.Akşam kızımın getirdiği bir demet iğdenin mis kokusu da yayılmış her tarafa.Hafif aralanmış balkon kapısından sızan güzel hava ve güneş beni çağırıyor.
Dün kışlık kıyafetleri tamamen kaldırdım,yıkadım,yazlık kıyafetleri,ayakkabıları,çantaları çıkardım.Dolapları düzenledim,eskileri ayırdım,ferahladım.
Ruhumdaki kabukları da sıyırdım,bana zarar veren her şeyi çıkardım hayatımdan.Yıllardır nereye ne tıkıştırmışsam kendime dair tek tek ortaya çıktıkları ve bana hesap sordukları iki haftanın ardından ateşkes ilan ettim.Hayat kısa,insanlar,olaylar için gerilmek anlamsız.
Bahçeyi gören bir balkonunuz,keyifle içeceğiniz bir çayınız varsa,sağlıklıysanız en zengini sizsiniz aslında.Sakin,keyifli,eğlenceli olmak lazım çoğu zamanda.
Bugünkü mottomuz bu:"sakin,keyifli,eğlenceli..."Hadi fır fır dolaşmaya:)