Yarım kalmış hikayeleri vardı.Hiç bir zaman sonunu getiremediği,getirse de hep bir şeylerin noksan kaldığını düşündüğü,ayrıntılar gizli hikayeleri...
Depresif,anormal adamları dinleyip hayatı şekillendiriyordu penceresinde.Onlara rağmen,bilincinin kollarına deli gömleği giydirmezdi,özgürce şekiller,çizgiler ondan ayrı dört nala uçuşarak karanlık bir noktada buluşurdu.Atölyesinde nöbetleri,feryatları kalırdı.Bir seferinde duvarını boyadığı neon rengi tutup,kopkoyu ebruliye çeviren ondan başkası değildi.
Sevgiye saygılıydı ancak sevgili diye belledikleri saygıyı terminolojik olarak algılamaktan öteye gidemiyorlardı.Yaşamdaki iyi,kutsal saydığı her şeyi tek tek örmeye çalışırken,habersizce başında çoraplar örülüyordu.Ne yazık ki ölümlülerin oyunlarına zemin hazırlayan naif bir yapısı vardı.Ödünç aldığı her şeyi geri verirdi muhakkak.Kalbine dayatmazdı emanet sevgileri...
Kainatın muhteşem yaratıcısının bazı insanlara cömert,bazı insanlara ne kadar kıt yollar çizdiğini ayrımsamak ürpertiyordu içini.İnsanlara biçilmiş görevler,biçilmiş roller vermişti.Ancak çoğu mutluluğu arayan,çoğu elindekini göremeyen insancıklar haline dönüşmüşlerdi.Estetik olmaya çalışırken kişisellikten çıkamayan,öykünen,yavan hayatlar yaşamaktan bir adım öteye gidemeyen,tükenmiş,yorulmuş insan kervanları vardı.Bu kervanlara bakarken yalnızlıkla örterdi ruhunu.İki zaman arasında,bir tutam düş ısmarlardı kendine,yanına da olmazsa olmazı kahve.Uyuşturmazdı bedenini morfinli ilişkilerle.Semptom baş gösterdiği anda ıraklaşırdı.
Kırmızı ruj,siyah göz kalemi en sevdiklerindendi.Büyülü gözleri vardı,insanları etkilerdi,çok güzel bakardı.
Hayatta belirlediği hedefe koşmaktan başka bir şey öğretmedi benliğine.Hedefi vardı,donanımı vardı,şansı yoktu...Bu bir yazgı,bu bir sınavdı..
Sınavların iyi kötü bir sonucu olurdu,bir de sonuçlanamayan zorlu sınavlar vardı.Onları görürdü,onlara üzülürdü,onları çizerdi.Dışarıdan bakıldığında ankastre ocaklarında sıcak yemekler pişirip,dünyadaki olayları kapı ardında bırakmış,egolarını büyüten,mutlu gibi gözüken ama özünde gürültünün merkezi haline gelen dünyalıların gri evlerinden korkardı.Sabaha kadar ışığı açık bırakıp uyurdu,korkardı karanlıktan.
Okur,yazar durmadan çizerdi.Okuduklarını,izlediklerini küçük şirin etiketli defterlerine yazardı,kritik yapardı.Uykuluğunun içinde akreple yelkovanın anlaşılmayan savaşını hiçe sayarak,uyaklı düşler biriktirirdi ve onları uğur böcekli kutusunda saklardı.Bazen boyarken o dünyayı,acıdan,göz yaşından o boyaların kabuk kabuk olduğunu görürdü.Tıpkı duvardaki boyaların nemden kabuklanıp kalkması gibi.Bunu hissettiğinde farklı bir renkle boyuyordu o dünyayı ve o sıra hep o renk ağırlıklı giyiniyordu.Her şeyin bir lisanı vardı,her lahzanın,her rengin,her bakışın...
Bir sabah uyandığında o kurak şehirde,ansızın güneşin kendi yönünden doğduğunu düşündü.Bir zarf ,her şeyin şeklini değiştirdi,yalpalamadan durmaya çalıştı,dik tuttu başını.Şaşırdı,dili tutuldu.Kendisine uzanan bir fırsat,hayatının çehresini değiştirdi.
Hazırlandı titizlikle,kahverengi evin bütün kapılarını,pencerelerini kapattı.Büyük bir bavula eşyalarını doldurdu.Kırmızı rujunu,siyah göz kalemini ustalıkla,bir çırpıda sürdü.Topuklu ayakkabılarını giydi,not,mektup bırakmadı.Törenli vedaları oldum olası sevmezdi zaten.Öyle,anahtarını almadan çekti kapıyı.Pasaportu,kimliği her şeyi tamdı,bir taksi çağırıp hava alanına doğru yollandı,o dar sokağın tortullaşmış anılarınca...
O,küçükken kırmızı rugan ayakkabıları ile koşan,saçları bukle bukle,annemin ısrarla elini sıkı tut dediği kişiydi.
O,hep elini tuttuğum ama ona çizilen yolu tutamadığım,o yola hiç bir sokak açamadığım kişiydi.